Menu
DENEMELER

Freudcu Kadın Gelişim Kuramındaki Eril Modelin Eleştirisi

Kız Çocuğunun Oedipus Öncesi Cinselliği Eril mi? Kadınlığa Geçiş Erillikten Vazgeçiş mi?

Freud, penis kıskançlığı tezine paralel olarak “kız çocuğunun” Oedipus öncesi dönemde küçük bir erkek çocuğu olduğunu, Oedipus dönemiyle de beraber iğdiş edilmişliğinin farkına vararak bir kız çocuğuna evrildiğini savunur. Bu çerçevede, penis kıskançlığı olgusu ekseninde Freud, kız çocuğunun dişil cinselliğe geçişini, eril cinselliğinden bir vazgeçiş olarak nitelendirir. Freud, “…kız çocuklarının cinselliğinin tamamen erkeksi bir yapıda olduğu”[1] görüşünü “Dişilik”(1932) makalesine dek değiştirmez.

Freud, kadınlığa geçiş sürecinin klitoral, aktif ve erkeksi cinsellikten vazgeçiş ve vajinal, pasif ve kadınsı cinselliğe geçiş ile mümkün olabileceğini dile getirir.

Freud, “Cinslerarası Anatomik Farkın Bazı Ruhsal Sonuçları”(1923) adlı makalesinde kız çocuğunun Oedipus öncesi dönemde klitorisi ile kurduğu ilişkinin erkek çocuğunun penisi ile kurduğu ilişkiye benzer olduğunu savunur. Ama morfolojik / anatomik farkın kaçınılmaz sonucu olarak, kız çocuğu kadınlık rolüne eril cinselliğinden vazgeçerek ulaşır. Freud, Oedipus öncesi eril cinsellikten vazgeçişin kız çocuğu için zorlu gelişimsel bir süreç olduğunu iddia eder. Kız çocuğu bu dönemde tamamen bir cinsiyet değiştirir. Bu süreçte kız çocuğu hem erkekliğinden ve bununla paralel olarak klitoral ve aktif cinselliğinden; hem de ilk sevgi ve arzu nesnesi olan anneden vazgeçer. Freud’a göre, kız çocuğu annesini, kendisini dünyaya yetersiz bir donanımla getirdiği için sorumlu tutarak, ona sırt çevirir. Daha sonra ise, babaya annenin kendisine veremediği penisi vermesi arzusu ile yönelir. Bunun imkansızlığı karşısında ise, babadan kendisine penise denk bir bebek vermesini arzular. Bu süreç ise kız çocuğunun iğdiş edilmişliği karşısında geliştireceği tepkilerle şekillenen üç gelişimsel süreçten sadece biridir. Kız çocuğu bu kadınsı gelişim modelini seçmeyerek, erkeklik kompleksine saplanarak tamamen erkeksi nesne seçimleri yapabilir, ya da iğdiş edilmiş cinselliğinden tamamen vazgeçebilir.

Freud, bu gelişimsel süreç içinde dört temel olgunun altını çizer. Bunlardan ilki, kız çocuğunun anatomik / morfolojik farkının kaçınılmaz olarak kendini ruhsal sonuçlarda ifade edeceğidir. Bundan kastedilen kız çocuğunun erkek çocuğundan anatomik farkının, onun cinsiyetinin oluşmasında belirleyici bir unsuru oluşturduğudur. Kız çocuğunun anatomik farkı, kendi cinsiyetinin oluşmasında belirleyici olduğu gibi, kadınsı özellikler geliştirmesi açısından da kaçınılmaz bir önem taşır. İkincisi, kız çocuğunun Oedipus dönemi öncesinde vajinasının farkında olmadığıdır. Üçüncü ise kız çocuğunun klitorisinin tamamen erkeksi bir organ olduğu ve kadınlığa geçişle de işlevini yitirerek, kadın cinselliğinin vajinanın denetimi altına girdiğidir. Bu görüş vajinayı pasif bir organ olarak kuramlaştırır. Dördüncü görüş ise, kız çocuğunun cinsiyetinin oluşma sürecinin erkek çocuğuna oranla daha zorlu olduğudur.

Freud’un kız çocuğunun Oedipus öncesi cinselliğini ve kadınlığa evrimini kuramlaştıran  modeli tamamen erkek merkezlidir. Oedipus öncesi dönemde bir cins olarak kız çocuğunun varlığını ve buna paralel olarak vajinanın farkındalığını reddeder. Klitorisi etken olduğu için eril kabul eder. Birincil cinsi erkek cinsi olarak kabul ederek, kız çocuğunun oluşmasını kendi erkekliğini reddi ve  zorlu gelişimsel süreçlerini tamamlayarak -klitorisinden ve anneden vazgeçerek- kadınlığa evrilmesi olarak yorumlar.

Bu bölümde Oedipus öncesi kız çocuğunun, erilliğini terkederek kadınlığa evrilme sürecindeki bu dört temel olgunun feminist bir yıkıcı okuması gerçekleştirilecektir.

Anatomi Yazgı mı?

Bu soru, kız çocuğunun cinsiyetinin oluşmasında, anatominin ve buna paralel olarak, kız çocuğunun biyolojik yapısının ne kadar belirleyici olduğunu sorgulamaktadır. Freudçu kurama göre, kız çocuğunun bir penise sahip olmadığının ve penisin yerine onun yetersiz bir ikamesi olan klitorise sahip olduğunun farkına varması, cinsiyetinin oluşmasında belirleyicidir. Freud’a göre, cinslerarası anatomik farklar kaçınılmaz olarak cinsler arasındaki psişik farkları açıklayan bir alt yapı görevi görür. Bu çerçevede, ruhsal farklar kaçınılmaz olarak biyolojik farkların bir türevidir.

Oysa, Robert Stoller[2]’ın cinsiyet algısının (sense of gender) gelişimi üzerine yaptığı araştırmalar, Freud’un görüşlerini olumsuzlayan bulgular sunmaktadır. Stoller, erkeklik ve dişilik duygusunun nasıl oluştuğunu ortaya çıkarmak amacıyla, biyolojik cinsiyeti (sex) ve toplumsal cinsiyeti (gender) çatışan kişiler üzerinde çalışmıştır. Stoller’ın, iç cinsel organları açısından karşı cinse ait olduğu halde, toplumsal cinsiyet açısından farklı bir cins olarak yetiştirilmiş kişiler üzerinde yapmış olduğu araştırmalar, bize çok ilginç bulgular sunar. Stoller, bu araştırmaları süresince

1.  Diğer açılardan biyolojik olarak normal olduğu halde, vajinasız doğan kız çocukları

2.  İç üreme organları nötr olduğu halde, dış cinsel organları dişi olan kız çocukları

3.  Vajinaya sahip biyolojik olarak dişi ama dış cinsel organları erkeksi olduğu için erkek olarak yetiştirilmiş çocuklar ile çalışmıştır.

Stoller, bu ilk gruptaki kişilerin ebeveynleri tarafından bir kız çocuğu olarak büyütüldükleri ve ebeveynleri tarafından cinsiyetlerine karşı bir şüphe taşınmadığı takdirde, sağlıklı kız çocukları olarak büyüdüklerini göstermektedir. Bu kadınlar, ameliyatla vücutlarına yerleştirilen yapay vajina ile vajinal bir cinsellik yaşayabilmekte ve orgazma ulaşabilmektedirler. Bu kadınlar eğer rahimleri varsa, çocuk sahibi olabilmekte ve annelik rollerini yürütebilmektedir. Stoller’a göre, bu kadınlar vajinaları olmadıklarını öğrendiklerinde cinsiyet kimlikleriyle ilgili bir karmaşa yaşamamaktadırlar. Bu durumda yaşadıkları en temel duygu yeterince iyi bir kadın olamamakla ilgili yaşanan kaygılardır.

Stoller  yukarda belirtilen ikinci kategoride incelediği bir vakasını ise şöyle anlatır:

Bu kızı 18 yaşında gözlemlediğimizde davranışı, giyinişi, sosyal ve cinsel arzuları ve fantezileri ile çevresindeki kızlardan ayırdedilemeyecek ve belirgin bir biçimde kadınsıydı…Dış cinsel organı normal bir kadınınki gibi göründüğü halde vajinası yoktu, klitorisi küçüktü. Rahmi, yumurtalıkları, üreme kanalları…yoktu…kız kardeşinin deyişiyle çocukken güzeldi, elbiselere, oyuncak bebeklere ve bir yetişkin gibi makyaj yapmaya meraklıydı.[3]

Stoller’ın incelediği bu kategoride biyolojik olarak hiçbir cinse ait olmadığı halde, doğumda dış cinsel organları bir kız çocuğu olarak algılandığı için, bir kız çocuğu olarak yetiştirilen bir kişiyle karşı karşıya kalmaktayız. Biyolojinin bütün belirsizliğine rağmen, toplumsal cinsiyet bu kişiyi bütün tavır, davranış ve fantezileri ile bir kız çocuğu ve bir kadın olarak şekillendirmiştir.

Stoller’ın incelediği üçüncü kategorideki bireyler, en az ikinci kategorideki kişiler kadar ilginç birer örnek oluştururlar. Bu kategoride iç cinsel organları dişi olduğu halde, dış cinsel organları erkeksi olduğu için doğumda erkek olarak teşhis edilen ve bir erkek gibi yetiştirilen kişilerle karşılaşmaktayız. Stoller, bu kişilerin ileriki yaşlarda iç cinsel organlarının  dişi olduğu tespit edilse bile, cinsiyetlerini değiştirmenin olanaksız olduğunu dile getirir. Bu olanaksızlıkla paralel olarak hormon tedavisi ile kişinin biyolojik bir erkeğe olabildiğince yakın olması sağlanır.

Stoller’ın çığır açıcı araştırmalarının ve gözlemlerinin en temel bulgusu biyolojinin toplumsal cinsiyetin oluşması sürecinde yazgı olmadığını göstermesidir. Toplumsal cinsiyetin oluşmasını belirleyen en temel olgu ebeveynlerin, çocuklarına atfettikleri toplumsal cinsiyet çerçevesindeki yetiştirme biçimleridir.

Stoller’ın bu sonucunu destekleyecek biçimde, Money de 76 hermafrodit ile yaptığı bir araştırma sonucunda, çocukların hepsinin kendilerine atfedilen cinsiyeti benimsediklerini göstermiştir.[4] Money, Stoller’a paralel olarak, her iki cinsin de psikoseksüel bir tarafsızlık ile doğduğunu ve toplumsal cinsiyet ayrışmasına şekil verecek olan olgunun ise çevresel faktörler olduğunu dile getirmektedir.

Person’un aktardığı biçimiyle Stoller, bu yetiştirme biçiminin önemi çerçevesinde, bir çocuğun cinsiyetinin oluşmasında genital farkların ayırdında olmanın önemli olmadığını savunmaktadır:

Psikoseksüel gelişme ve toplumsal cinsiyet farklılaşmasının en temel adımı bir çocuğun kendini kız ya da erkek olarak tasarlamasıdır. Bu kendini tasarlama ebeveylerin çocuğun cinsiyeti ile ilgili tasarımları ile -yani, çocuğun kız mı, erkek mi olarak teşhis edildiği ile- uyum içinde hayatın ilk yıllarında ortaya çıkar.[5]

Stoller, bu benlik-tasarımına (self-designation) çekirdek cinsiyet kimliği (core gender identity) adını verir. Yapılan araştırmalar, bu çekirdek cinsiyet kimliğinin 18. aya kadar oluştuğunu ve 3 yaştan sonra da değiştirilemez olduğunu göstermektedir.

Person’a göre:

Sonuçta,…toplumsal cinsiyet ayrışmasının fallik dönem öncesi bir oluşum olduğu ve birinci yılın sonuna doğru geliştiği ve üç yaşından sonra da değiştirilemez olduğu konusunda bugün ortak bir kabul vardır.  Açık olan çekirdek cinsiyet kimliğinin ebeveyn-çocuk ilişkilerindeki bir iletişim ile oluşturulduğudur… çekirdek cinsiyet kimliği oluştuktan sonra, taklit ve özdeşleşme için uygun olan nesne seçimini de belirler. Kızlar ve erkekler kendi cinslerine uygun davranışları benimseyerek özgüvenlerini geliştirirler.[6]

Bu çerçevede, yine Person’a göre:

Analitik kuramın, kadın gelişimini şekillendirdiğini iddia ettiği genital farkındalık, genital kendini uyarım, iğdiş edilme karmaşası, penis kıskançlığı ve Oedipus kompleksi görüşü tamamen ortadan kalkmamıştır, ama bu olgular toplumsal cinsiyet ayrışmasının baskın etkileri üzerine etki eden öğeler olarak görülmektedirler.[7]

Dolayısıyla, toplumsal cinsiyeti oluşturan olgular genital farkların ayırdında olma ve bu çerçevede geliştirilen penis kıskançlığı ve Oedipus kompleksi değildir. Kız çocukları kendi cinsiyetlerini Oedipus kompleksi aracılığıyla oluşturmazlar, Oedipus kompleksine kendi cinslerinin ayırdında olarak girerler. Freud’un tanımladığı bu olgular kız çocuğu için cinsiyetinin ayırdına vardığı süreçten sonra gelişir. Bu çerçevede penis kıskançlığı, kız çocuğunun cinsiyetinin oluşmasını sağlayan birincil bir olgu değil, cinsiyetinin farkına vardıktan sonra ortaya çıkan ikincil bir olgudur. Stoller’ın bize sunduğu modelde, cinsiyetin oluşma süreci kız çocukları için çatışma dolu bir süreç ya da bir vazgeçiş süreci değildir. Kız çocuğu, ebeveynleri bir kız çocuğu olduğuna inandığı takdirde, iç genital organlarına rağmen, hiç bir şüphe geliştirmeden bir kız çocuğu olarak yetişmektedir.

Bu çerçevede, Stoller’a göre “anatomi yazgı değildir; yazgı kişilerin anatomiden yola çıkarak kurdukları şeydir.”[8]

Kız Çocuğu Oedipus Öncesi Dönemde Vajinasının Farkında mı?

Stoller’ın çekirdek cinsiyet kimliğinin oluşmasında genital farkındalığın önemli olmadığını göstermesine rağmen, kuramsal açıdan kız çocuklarının Oedipus öncesi dönemde vajinalarının farkında olup olmadıklarını sorgulamak önemlidir. Freud’un, Oedipus öncesi dönemde kız ve erkek çocuklarının vajinanın farkında olmadığını savunması, Oedipus öncesi cinselliği tamamen eril olarak kurmasına imkan tanıyan kuramsal bir önem taşır. Fakat, kız çocukları Oedipus öncesi dönemde kendi vajinalarıyla ilgili duyum yaşarlar mı?

Karen Horney ve Melanie Klein, Freud’un kadın gelişimi üzerine makaleler kaleme aldığı dönemde, klinik gözlemlerinden yola çıkarak Freud’un Oedipus öncesi cinsellik ile ilgili görüşlerine aykırı görüşler ortaya atarlar. Horney ve Klein kız çocuğunun Oedipus öncesi dönemde vajinasının farkında olduğunu ve vajinasını içeren fantazilere sahip olduğunu dile getirir.

Horney, kız çocuğunun vajinasının ayırdında olduğunu göstermek için iki veriden yararlanır. Bunlardan ilki, kız çocuğunun Oedipus öncesi dönemdeki vajinal mastürbasyonu, diğeri ise vajinasının farkında olduğunu gösteren fantezileridir:

Psikoloji ile ilgilenen kadın ve çocuk doktorlarından aldığım bilgiler, çocukluğun ilk yıllarında dölyolu mastürbasyonunun, en azından klitorisle mastürbasyon kadar yaygın olduğunu gösterir bizlere. Bu izlenimlere yol açan çeşitli veriler şöyle: kızartı ve akıntı gibi dölyolu rahatsızlıklarının belirtilerinin sık sık gözlenmesi, oldukça sık görülen  yabancı cisimlerin dölyoluna sokulması olayı ve son olarak, annelerin çocuklarının parmaklarını dölyoluna soktukları yolundaki yaygın şikayetleri.[9]

Horney, kız çocuğunun Oedipus öncesi dönemde vajinasının farkında olduğunun kanıtı olarak gördüğü bu bulguların yanında, kız çocuğunun vajinal farkındalığı içeren fantezilerinden de bahseder:

Herşeyden önce, cinsel birleşme gerçekleşmeden önce ve gerçekten de ergenlikten çok çok önce başgösteren ve daha ayrıntılı bir ilgiyi ve araştırmayı hakedecek kadar sıkça rastlanan tecavüz fantezilerinin varlığı bir gerçektir. Eğer dölyolu cinselliği diye bir şeyin varlığını kabul etmeseydik, bu fantezilerin kökenini ve içeriğini açıklayabilecek bir yol bulamazdık…rüyalar, fantaziler ve bu tür kaygılar, genellikle gerçek cinsel süreçler konusunda şaşmaz bir içgüdüsel bilginin varlığını ele verir.[10]

Horney, vajinal mastürbasyonun kaygı yaratan bir yanı olduğunu dile getirir. Horney’a göre, kız çocuğu bedeninin o bölümünde onulmaz bir yara açtığını düşünerek bir kaygı geliştirebilir. Bu kaygı vajinal mastürbasyonun bastırılmasına yol açacak kadar güçlü bir kaygı olabilir. Horney, aynı zamanda yetişkin kadın hastalarının kendilerini zedeleyecek kadar büyük bir penis korkularının kökenini ve ilk sahne karşısında annelerine karşı duydukları kıskançlıkla karışık öfkeyi, küçük yaşlardan itibaren taşıdıkları vajinal farkındalığa bağlar. Horney’a göre, kız çocuğunun doğası ona ‘kendi içine alma’ arzusu verir.* Horney, dölyolu ile ilgili yaşanan en belirgin duygunun.yaşamın ilk yıllarında itibaren hakim olan kaygı duygusu olduğunu dile getirir. Küçük kız çocuğu kendi cinsel organının babasınınki ile karşılaştırdığında küçük olduğunu duyumsar ve bu durumun kendi cinsel arzularına doğrudan kaygı ile tepki göstermesine yol açar. Horney, aynı zamanda, bu kaygıyı Melanie Klein ile paralel olarak anneye karşı duyulan yıkıcı duygulara, anne tarafından karşılık verileceğine dair yaşanan bilinçdışı korku ile de ilişkilendirir. Bu korkuyu, kız çocukları cinsel organlarının yaralanacağı şeklinde yaşarlar. Ayrıca, Horney’a göre, aybaşı kanamasının gözlemlenmesi de kız çocuğunun cinsel organları ile ilgili bir yaralanma yaşayabileceğini ona  göstererek kaygı ve korku duygusunu pekiştirir:

Sık sık, dölyolu ile ilgili herşeyin varlığının bilinmesi, dölyolu duyumları, içgüdüsel dürtüler, amansız bir bastırmaya boyun eğer; kısaca, dölyolu diye bir şeyin bulunmadığına inanılır ve bu inanç, etkisinden hiçbir şey yitirmeden uzun süre varlığını korur, küçük kızların erkeksi bir rolü yeğlemesini belirleyen şey de işte bu dölyatağının varolmadığı kurgusudur…Bana öyle geliyor ki bütün bu varsayımlar, dölyolunu keşfetmeyi başaramanın altında, dölyolunun varlığının yadsınması gerçeğinin yattığı savını desteklemektedir.[11]

Horney, kız çocuğunun vajinal farkındalığı ile ilgili yaşadığı korku ve kaygının, bu farkındalığı bastırma gücüne sahip olacak kadar güçlü olduğunu savunur. Horneycı model daha önce de tartışıldığı gibi vajinal farkındalığı da içeren dişiliği kız çocuğu için birincil görür. Erkeği kıskanmayı içeren her öğeyi ise,  savunmacı ve ikincil olarak tanımlar.

Horney’a paralel olarak Melanie Klein da Freud’un kız çocuğunun Oedipus öncesi dönemde vajinasının farkında olmadığı görüşüne karşı çıkar. Melanie Klein**, küçük çocukları analizi sırasında, kız çocuklarının erken dönem vajinal duyumlar ve bununla ilgili fanteziler yaşadığını gözlemlemiştir. Örneğin, Klein 2 yıl 9 aylık yeme bozukluğu olan ve depresif özellikler gösteren Rita adlı bir kız çocuğunun analizi[12] sırasında, bu kız çocuğunun kendi vajinasının farkında olduğuyla ilgili gözlemler de bulunmuştur. Rita, 2 yaş civarında babasına yakınlık geliştirmiş ve annesinden uzaklaşmıştır. Klein, bu yakınlaşmayı Oedipus dönemine dair bir yakınlaşma olarak nitelendirir ve bu yakınlaşmanın dişil özellikler taşıdığını iddia eder.  Rita, Melanie Klein’ın analizi sırasında üçgen bir tuğlayı bir kenara koyarak, bu tuğlayı küçük bir kız çocuğu olarak nitelendirir. Diğer bir tuğlayı da çekiç olarak nitelendirerek, çekiçle analiz sırasında orada duran karton bir kutuya vurarak şöyle der: “Çekiç sert bir biçimde vurduğunda küçük kız korktu.”[13] Melanie Klein’a göre, üçgen tuğla kızı, çekiç babayı ve karton kutu da anneyi temsil etmektedir. Rita, çekiçle kutuda bir delik açarak, Melanie Klein’a birincil sahneyi gördüğünü dile getirmektedir. Bu konuyla ilgili Klein şöyle der: “Bu bana Rita’nın vajina ile ilgili bilinçdışı bilgisini ve vajinanın çocukların cinsel teorilerinde oynadığı rolü gösteren birkaç durumdan biriydi.”[14]

Klein’a göre de kız çocukları erken yaşlardan itibaren vajinal duyumlar yaşarlar ve Oedipus döneminde kadınsı bir arzu ile babanın penisini arzularlar.* Klein, Horney’a paralel olarak anneye karşı duyulan suçluluk duyguları ve bunun karşısında annenin misilleme korkularının biraraya gelmesi sonucu bu arzunun bilinçten bastırıldığını savunur. Bu çerçevede Klein da, kız çocuklarının birincil olarak dişi olduklarını ama yaşadıkları kaygılardan dolayı erkekliğe sığınabileceklerini savunur:

Bir kız çocuğunun kendi için bir penis istemesi, bir penisi arzulama duygusuna göre ikincildir. Bu durum kadınsı pozisyonu ile ilgili yaşadığı hayal kırıklıkları ve Oedipus kompleksi ile ilgili yaşadığı kaygı ve suçluluk ile ilgilidir. Kızın penis kıskançlığı, bir yönüyle babayla beraber olabilmek için annenin yerini almakla ilgili yaşadığı hayal kırıklığına uğramış olan arzusunu örter.[15]

Horney ve Klein’a paralel olarak Kestenberg de kız çocuklarının erken dönemlerden itibaren vajinal duyumlar yaşadıklarını ama ‘gözle görülmeyen’ bir cinsel organa sahip oldukları için çok erken dönemlerden itibaren cinsel organlarıyla ilgili yaşadıkları duygunun ‘iç’lerinin zedelenmesinden duyulan korku olduğunu dile getirir. Kız çocukları bu zedelenmeyi açık bir şekilde  gözlemleyemedikleri için de, bu konuyla ilgili temel bir kaygı yaşarlar.[16]

Bütün bu klinik gözlemler çerçevesinde genital öncesi dönemde, vajinal farkındalığın mümkün olduğunu iddia edebiliriz. Horney ve Klein Oedipus öncesi dönemde böyle bir farkındalık oluşsa dahi, bu farkındalığın Oedipusa ait kaygılarla birlikte bilinçdışına bastırılabileceğini göstermiştir. Bu çerçevede Freud’un başlangıcını Oedipus dönemine atfettiği penis kıskançlığı, bastırılmış bir vajinalık farkındalık üzerine kuruludur.

Klitoris Eril mi? Vajina Edilgen mi?

Freud’un genital öncesi dönemle ilgili en belirgin iddialarından bir diğeri de klitorisin etken ve bu çerçevede de eril bir organ olduğudur. Bu noktada tekrar erkek merkezli bir çarpıtma ile karşı karşıya kalmaktayız.

Chodorow’a göre “klitoris, Freud’a göre kadınsı değil, erkeksidir çünkü etken bir cinselliği vardır ve penis girişi olmadan haz yaratabilir. Oysa Freud, dişiliği vajinal ve edilgen bir cinsellik olarak tanımlamıştır.”[17]

Freud, kadın gelişimi üzerine metinlerinde kadınsılık ve edilgenliği; erkeklik ve etkenliği özdeşleşmeyi reddetmesine rağmen, özellikle Oedipus öncesi cinsellikle ilgili etken ve bu çerçevede de eril tanımlamasında bulunur. Freud, klitorisi erkeğin penisine denk ama ondan daha az gelişmiş ve o çerçevede de körleşmiş bir penis olarak tanımlar. Freud, klitorisin Oedipus öncesi cinsellikten Oedipusa ait ve bu çerçevede de yetişkin cinselliğe geçişle beraber terkedildiğini, kadınsı cinselliğin edilgen vajinanın hakimiyetine girdiğini iddia eder.

Oysa, Masters ve Johnson’ın yaptığı araştırmalar Freud’un bu görüşlerinden hiç birini desteklememektedir.

Masters ve Johnson şöyle der:

Klitoris, insan anatomisinin bütünü içinde bir benzeri daha bulunmayan bir organdır. Asıl amacı, verilen duyusal uyarıyı algılamak ve iletmektir. Dolayısıyla kadın, fizyolojik işlevi cinsel gerilimi başlatmak ve aktarmakla sınırlı olan bir organ sistemine sahiptir. Böylesi bir organ erkeğin anatomik sisteminde yoktur.

Kadının cinsel tepkisi içinde klitorisin rolüyle ilgili düşünceler, biyolojik gerçeklerle desteklenmeyen ve davranışla ilgili kavramlara dayanan karışık bir literatür oluşturmaktadır. Yıllar boyunca içine düşülen ‘cinsel organ yanılgıları’, klitorisin cinsel uyarı karşısında tepkisini araştıran çalışmaları destekleyecek yerde bunlara engel olmuştur. Ne yazık ki, klitorisin kadındaki cinsel tepkide üstlendiği role ilişkin belirlemeler erkeklerin ‘nesnel’ düşüncelerine göre ve kadınların öznel açıklamalarından etkilenmeksizin, hatta bunlardan habersiz biçimde oluşturulmuştur. Geçmişte klitorisin disseksiyonu, mikroskobik incelemesi ve kesilerek alınması sonucu elde edilen bilgiler, organın erkekteki penisin karşılığı olduğu düşüncesini doğurmuştur.[18]

Masters ve Johnson’un klitorisin kendine has, benzersiz ve bu çerçevede de kadının bedenine ait kadınsı bir organ olduğunu göstermelerinin yanında, embriyoloji alanındaki çalışmalar da klitorisin körleşmiş bir penis olduğu görüşünü sorgulamaktadır:

Şu andaki araştırmalar insan embriyosunun hayatın ilk safhalarında ayrışmamış (undifferentiated) ya da eril değil dişil (female-oid) olduğunu gösteriyor. Genetik olarak cinsiyet döllenme sırasında belirlendiği halde, cinsiyet genleri etkisini döllenmeden birkaç hafta sonra göstermeye başlar. Bu ilk birkaç hafta içinde cenin morfolojik olarak dişidir. Uygun zamandaki yeterli androjen  her iki cinste de normal bir penisin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu sıradaki androjen eksikliği, her iki cinste de normal bir klitorisin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Diğer bir deyişle, sadece erkek ceninin genital gelişim için bir değişim süreci geliştirmesi gerekir…Dişil gelişim kendi kendine oluşur. Bu çerçevede, Freud’un varsayımının tersine klitoris daha küçük ve daha az gelişmiş bir penis değildir; tam tersine ontogenetik olarak penisin androjenize edilmiş bir klitoris olduğunu söylemek daha doğrudur.[19]

Freud’un eril klitorisin Oedipus döneminde ve bu çerçevede de yetişkin cinselliğe geçişle beraber terkedildiği düşüncesi yine Masters ve Johnson tarafından olumsuzlanmıştır. Masters ve Johnson, klitorisin kadın cinsel yaşamının çok önemli bir parçası olduğunu göstererek, kadınsı cinsel hazzın oluşmasında vajina ve klitorisin etkileşimli işlevlerini vurgulamışlardır.[20] Yine bu çerçevede, vajina erkek imgeleminde kurgulandığı biçimi ve Freud’un erkek merkezli bakışı çerçevesinde kuramlaştırıldığı gibi pasif bir organ değildir.

Masters ve Johnson’a göre:

Hiç doğum yapmamış 100 kadının cinsel uyarı almamış vajinaları transservikal (arkaya yaslanmış bir dölyolunun rahat durumdaki rahim boyunun hemen önü) olarak sürekli olarak ölçülmüş ve çapının 2 cm. olduğu bulunmuştur. Cinsel gerilim artarken, transservikal vajina duvarındaki genişleme 5.75 cm. ile 6.25 cm. arasında değişir. Doğum geçirmemiş vajinanın uyarılmamış durumdaki uzunluğunun (büyük dudakların arka birleşme noktasından arka fornikse kadar) 7-8 cm. arasında değiştiği bulunmuştur. Heyecan evresinde vajina uzunluğu 9.5.-10.5 cm.’ye kadar artış gösterir.[21]

Vajina genişleyen, Masters ve Johnson’un deyişiyle ‘sınırsız büyüme yeteneğine’ sahip kapsayıcı bir cinsel organdır. Oysa kapsamak erkek merkezli bakış tarafından etken bir eylem olarak nitelendirilmez. “Kendini, diğerine bırakmak (diğerinin onu kavrayışına/tutuşuna bırakmak) cinsel öznelliğin etken yanı olarak görülürken, tutmak / kavramak (holding) edilgen olarak görülür.”[22]

Oysa, cinsel edimin her iki yönü olduğu kadar, cinsel organların her ikisi de -haz arayış ve haz veriş sürecinde- etkendir.

Kadınlığa Geçiş Erillikten Vazgeçiş mi?

Stoller çekirdek cinsiyet kimliğinin gelişmesinde erkek ve kadın için farklı gelişim süreçleri olup olmadığını sorgular ve bu arayışı çerçevesinde gözlemlerini homoseksüel ve transseksüeller üzerine yaptığı araştırmalar aracılığıyla  genişletir. Stoller, bu araştırmaları sonucunda Freud’un iddialarının tersine her iki cinsin de çekirdek cinsiyet kimliğinin dişil olduğunu savunur. Çünkü, içinde yaşadığımız kültürlerin hemen hemen hepsinde anne ve bu çerçevede kadın çocuğun birincil bakıcısıdır. Çocuk, cinsiyetinden bağımsız olarak yaşamın ilk döneminde anne ile özdeşleşir. Bu perspektiften bakıldığında, Oedipus öncesi dönemde kız çocuğu küçük bir adam değildir; tam tersine küçük erkek çocuğu küçük bir kadındır.

Stoller bu görüşünü transeksüeller ile yaptığı araştırmaların bulguları ile destekler. Stoller’a göre hemen hemen her zaman erkeklerde ortaya çıkan transseksüelizmin nedeni erken yaşlardaki aşırı tatmin edici anne-oğul ilişkisi ve annenin oğlunun kendinden kopuşuna izin vermeyen tavrıdır.

Stoller’a göre:

Erkek çocuğu, eğer özellikle annenin  ve belki de hayatın ilk aylarında babanın görece daha az yardımını alırsa, annenin kadınlığından ve dişiliğinden rahatça ayrışabilir ve bu ayrışma sürecinden sonra, eril çekirdek cinsiyet kimliği dediğimiz bir kimlik geliştirebilir. Ancak bu aşamadan sonra annesini arzulayabileceği ayrı ve heteroseksüel bir nesne olarak görecektir. Ancak anneyi arzuladıktan sonra, Oedipusa ait karmaşaya girebilir, gelişmekte olan erilliğini riske atabilir ve bu erkekliği korumak ve arzulanan heteroseksüelliğe ulaşmak için mücadale edebilir…Erkeğin ilk sevgi nesnesi heteroseksüel olduğu halde, bunu başarmak için çok uğraşması gerekir. Bunun için önce kendi benliğini annesininkinden ayırması gerekir. Bu çerçevede doğumdan itibaren erkek çocuk için erkeksi olma süreci riskli bir süreçtir. Erkeğin, yaratılmayı bekleyen erkeksiliği, erkeğin çekirdek cinsiyet kimliği içinde gömülü olan, ama etken ve hayat boyunca onu anneyle yaşanmış olan birincil bir birlik duygusuna gerilemeye çağırabilecek ilksel, derin ve arkaik bir anneyle birlik duygusu tarafından tehdit edilir. Bu erkekliğin altında yatan gizil tehdittir ve bununla mücadele etme duygusu, erkeksi olarak nitelendirdiğimiz davranışların altında yatan itici güçü oluşturur. Ve – daha önce tam olarak söylemediğim bir şey- bir bakıma, çekirdek cinsiyet kimliğinin gelişimi kadınlar ve erkekler için  aynı değildir. Erkekliğin içinde dişiliğin muaf olduğu bir çatışma vardır. Erkeğin çekirdek cinsiyet kimliği daha önce yanlış ifade ettiğim biçimiyle değişmez değildir. Erkeklik içinde anneyle ilksel bir birlik duygusuna gerileme arzusunu taşır.[23]

Stoller, erkeklerin homoseksüel olma ve kadınsı davranışlar gösterme ile ilgili olarak yaşadıkları yoğun kaygıları da bu süreçle ilişkilendirir: anneyle yaşanmış birincil bir birlik duygusuna, yani kadınlığa gerileme korkusu.

Oysa, kız çocuğunun çekirdek cinsiyet kimliği ilk günlerden itibaren özdeşleştiği birincil bakıcısınınki, yani annesininki ile aynıdır. Kız çocuğu, erkek çocuğu gibi çekirdek cinsiyet kimliğini geliştirmek için annenin cinsiyetini ve onun temsil ettiklerini olumsuzlamak zorunda değildir. Bu çerçevede kız çocuğunun çekirdek cinsiyet kimliğini geliştirme süreci bir devamlılık, erkeğinki ise bir olumsuzlama sürecidir.

Freud, Oedipus öncesi dönemden Oedipusa ait döneme geçişi kız çocuğu için eril cinsellikten vazgeçiş ve kadınsılığa geçiş olarak nitelendirerek önemli erkek merkezli bir çarpıtmada bulunmuştur. Bu çerçevede, Freud’un biseksüel temellerde tanımladığı ‘insan’ dişil olmaktan çok erildir. Freud, ortaya atmış olduğu bu gelişim modelinde  erkek olarak doğulduğunu, ama kadınlığa evrilindiğini iddia etmektedir. Freud’un bu bakışı dişi cinsine ontolojik bir özerklik tanımayacak bir biçimde erkeği birincil cins olarak görerek, dişiliği ondan türetmektedir. Oysa, Stoller bize kız çocuğunun doğumdan itibaren özdeşleştiği annesi aracılığıyla kurduğu çekirdek cinsiyet kimliğini, yani dişiliğini hiçbir çatışma yaşamadan ve Oedipus dönemi ve sonrasında da bir devamlılık içinde geliştirdiğini göstermektedir.

©  Mahan Doğrusöz

[1] S.Freud, “Three Essays on the Theory of Sexuality”(1905), Elizabeth Young-Bruehl (ed.), a.g.e., s.135.

[2] Robert J. Stoller, Sex and Gender, New York: Jason Alonson, 1968.

[3] R.J.Stoller, “The Sense of Femaleness”(1968), Claudia Zanardi (ed.), a.g.e., s. 281.

[4] E. S.Person, “Some New Observations on the Origins of Femininity”, Jean Strouse (ed.), a.g.e., s. 257.

[5] A.g.m., s.257.

[6] A.g.m., s.258.

[7] E. S.Person, “Some New Observations on the Origins of Femininity”, Jean Strouse (ed.), a.g.e., s. 258.

[8] R. J. Stoller, “Facts and Fancies: An Examination of Freud’s Concept of Bisexuality”(1973), Jean Strouse (ed.), a.g.e., s.357.

[9] K. Horney, “Dölyolunun Yadsınması”(1933), Kadın Psikolojisi, ss. 159-160.

[10] A.g.m., s. 162.

* Horney’ın teorisinin biyolojik determinist yanını burada da görmek mümkündür.

[11] K. Horney, “Dölyolunun Yadsınması”(1933), Kadın Psikolojisi, s. 168.

**Klein, klinik verilerini depresif ve şizoid semptomları olan yetişkin ve çocuk hastalarından yola çıkarak elde etmiştir. Klein’a göre yeni doğmuş bebekler annelerini bir bütün olarak değil; parçalanmış bir nesne olarak algılarlar. Klein’a göre, bebeğin annesini algısı oral, anal ve fallik dönemin itkileri ile belirlenir. Bebeğin annesini algısı içinde bulunduğu dönemin fantezileri tarafından çarpıtılarak algılanır. Klein, özellikle insan yavrusunun doğumdan itibaren getirdiği saldırganlık dürtüsünü ve bu dürtünün annenin bir nesne olarak içselleştirilmesindeki etkisini vurgular. Klein’a göre, bebek anneyi yaşamın ilk safhalarında iyi ve kötü meme / iyi ve kötü nesne olarak ikiye bölerek algılar. Bu çerçevede, bebek annenin bütün bir nesne olduğunun, iyi ve kötü memenin aynı meme olduğunun ayırdında değildir. Klein, bebeğin aynı zamanda anneye karşı saldırganlık duyguları ile de yüklü olduğunu ve annenin bu duygularına misilleme yapacağı korkusunu da (fear of retaliation) taşıdığını iddia eder.

[12] Melanie Klein, “The Oedipus Complex in the Light of Early Anxities”(1945), Claudia Zanardi (ed.), a.g.e., ss. 66-75.

[13] A.g.m., s.70.

[14] A.g.m., s. 70.

* M.Klein vajina ile ilgili bilginin doğumdan itibaren bilinçdışında varolduğunu savunur.

[15] M. Klein, a.g.m., s. 81.

[16] Judith Kestenberg, “Outside and Inside, Male and Female”(1968), Claudia Zanardi (ed.), a.g.e., ss. 234-277.

[17] N. Chodorow, The Reproduction of Mothering, Berkeley: University of California Press, 1978, s.146.

[18] William H. Masters ve Virginia E. Johnson, İnsanda Cinsel Davranış, çev. Gül Demiriz, İstanbul: Bilimsel ve Teknik Eserleri Çeviri Vakfı, 1996, s.37.

[19] Jean Strouse (ed)., a.g.e., s.7.

[20] W. Masters ve V. Johnson, Human Sexual Response,New York: Bantam Books, 1986, ss. 45-67.

[21] W. Masters ve V. Johnson, İnsanda Cinsel Davranış, s.59.

[22] J. Benjamin, a.g.e., s. 128.

[23] R. Stoller, “Facts and Fancies: An Examination of Freud’s View of Bisexuality”(1973), Jean Strouse (ed.), a.g.e., s. 358.