Menu
SÖYLEŞİLER

Gamze Fidan’la Kop-Art yolculuğu, yaratıcılık ve Türkiye’de sanatçı olmak üzerine bir nehir söyleşisi

 

Mahan Doğrusöz: Kop-Art’la ilgili söyleşimize bir “çağrışım” çalışmasıyla başlayalım istiyorum. Kop-Art denince aklına ilk gelenler neler?

Gamze Fidan: Kendin yap,  punk, sokaktan gelme, Dada,  karşılıklı etkileşim, işbirliği, geri dönüşüm, çok katmanlılık. Bir olayı, bir kavramı farklı medya ile işlemeyi bilmek. Hayatla sanat arasında sınır tanımamak. Sanatı  tiye almak.

Mahan Doğrusöz: Seninle Kop- Art’ın altyapısını oluşturan zihinsel ve düşünsel yolculuğu konuşarak başlamak istiyorum.

Gamze Fidan: Pek çok  şey  üniversitede olgunlaşmaya başladı. O yıllarda seninle hayata geçirdiğimiz ‘Naifesto’ isminde bir  performans  çalışması vardı. Bu performansa eşlik eden, kaleme aldığımız manifesto vardı. Antonin Artaud’nun ‘Vahşet Tiyatrosu’ndan esinlenmişti çalışmamız. Sahnede kendini metinlerle, hareketle, dansla  ifade edebilmekti amacımız. Bu çok özel bir deneyimdi benim için. Evet, beni Artaud’nun Vahşet Tiyatrosu etkiledi o dönemde…sonra da Pina Bausch ve onun dans tiyatrosu. Bütün bunlardan bizim performanslarımız ortaya çıktı. Mengü Ertel’e göstermiştim bazı çekimlerimizi. Çok etkilenmişti. Mengü Ertel özellikle tiyatro afişleriyle tanınan dünyaca ünlü bir sanatçımız. Çok genç olmamıza rağmen tavrımızı inanılmaz profesyonel bulduğunu söylemişti. Bu beni çok cesaretlendirmişti. O sırada, fanzinlerle de tanışmıştım. Mondo Trasho diye bir fanzinin çıktığını duyup, üniversite kitapçısında bulmuştum.

Mahan Doğrusöz: Fanzinlerle tanışmadan önce fanzini duymak bile seni duygusal olarak heyecanlandırmış. Ne çağrıştırıyor sende fanzinler?

Gamze Fidan: Hiç kimseye ihtiyaç duymadan kendi görsellerini, kendi metinlerini, kendi hayal gücünü ifade edebilmeyi. Fotokopi ifade aracı oluyor. Çok makul maliyetle ne istersen  bastırabiliyorsun ve yayınlayabiliyorsun. İstediğin hedef  kitleye ulaşman  mümkün. Kendi tanıtımını yapman mümkün. Tamamen “otonom”, tamamen bağımsız bir şey. Bağımsızlık sanat yaparken çok önemli çünkü bir şeyin piyasasını oluşturmadan varolmak çok zor. Fanzin olayında, kendine hiçbir sınır koymadan ve koasına da izin vermeden son derece rahat şekilde derginin içeriğini, tasarımını belirliyorsun ve bunu bitmiş bir iş olarak sunuyorsun.

Mahan Doğrusöz: Ender kelimesinin çağrışımlarını da konuşmak istiyorum…Neden “Ender” kelimesini seçtin?

Gamze Fidan: Ender, az bulunan, sık rastlanmayan demek. Biraz da çocukluğumuza atıflar vardı. Ender zeytin ezmeleri diye bir marka vardı. Çok güzel bir üründü. Üzerinde kahvaltı eden bir aile imajı vardı. Beni çok etkilemişti. Küçükken o çizime çok baktığımı hatırlıyorum. Üniversite yıllarında şiirsel metinler, bilinç akışı metinler yazmaya  başlamıştım. Banu Yüce isimli arkadaşımla hayallere daldık. Ondan sonra kendi fanzinimizi çıkartmaya karar verdik. Ender, ilk sayısına dokuzdan başladı, üçe kadar “geri saydı”. Roketi henüz fırlatamadık anlayacağın.

Mahan Doğrusöz: Üniversite yıllarında seni entellektüel merak açısından farklı ve özel bir yere koyuyorum. Sen her zaman meraklıydın. Çok okuyordun. Bunlar bizim kuşağımızda pek görülmeyen nitelikler maalesef. Bu bağlamda düşünsel, zihinsel ebeveynlerin kimlerdir?

Gamze Fidan: Macera Andre Gide ile başladı. Andre Gide’in Dünya Nimetleri’ni orta ikinci sınıfta okuduktan sonra dünyaya bakışım değişti. Vizyonum genişledi. Ben Şarköy’de, kasabada büyüdüm. O zaman Şarköy benim için ciddi sınırları olan bir yerdi. Ama ben bütün dünyayı hayal ediyordum. Andre Gide’in bahsettiği  tutuculuktan uzak iletişim tarzları beni etkilemişti. Dünya Nimetleri adı üzerinde…dünyanın nimetlerle dolu,  çok parlak bir yer olduğunu müjdeliyordu bana…Ondan sonra Nietzsche‘yi tanıdım. Din kavramıyla ilgili kafamda bir sarsıntı yaşadım. Nietzsche’yle beraber var olan dini kalıplara karşı bir güvensizlik geliştirdim. Dostoyevski sayesinde insan psikolojisi, insanın derinliği, doğa ve onun önemini kavradım. Diğer klasikler, Fransız klasikleri derken üniversitede Yeni Dünya yazarlarını keşfettim. Amerika ve  Güney Amerika yeni odaklarımdı artık…

Mahan Doğrusöz: Seni düşündüğümde üniversite yıllarımdan aklımda kalan en belirgin yazar Borges ve özellikle onun  “Yolları Çatallanan Bahçe”si.  Borges’te seni etkileyen ne vardı? Geriye dönüp bakınca Borges’ten ne tür izler taşıyorsun?

Gamze Fidan: Borges’te bazı kavramların çok derinlemesine incelendiğini görüyorum. Çok gizemli. İnsanların ve insani tutkuların çok güzel yansımaları var ve bunların bedellerinin ne kadar ağır olabileceği tabii. Latin ruhu, keskin kararlar, ölümle yüz-göz süren yaşamlar, çöller, semboller, anlamın peşinden koşan gölgeler..Borges okuduktan sonra oluşan esrarengiz izler hayat boyu seninle arkadaş kalıyor..

Mahan Doğrusöz: O süreçte Beat kuşağı yazarlarını da okuyordun.

Gamze Fidan: Beat kuşağı beni çok etkiledi. İnsana karşı duyulan sevgiyi, nefreti, arkadaşlığı sonuna kadar, doğal,  karmaşık halleriyle yaşamak…Kendini yüzde yüz verircesine, çok samimi şekilde yaşamak vardı.  Beat kuşağı yazarlarını keşfeder keşfetmez kendi dillerinden okuyabilmek de ayrı bir heyecan oldu benim için.

Mahan Doğrusöz: O yıllarda Allen Ginsberg Türkiye’ye gelmişti…

Gamze Fidan: Evet, onunla yaşarken tanışmak harikuladeydi. Ne kadar samimi davranmıştı. Bir gazeteci barikatının arasından ona zor bela ulaşabildiğimde aramızda ilham dolu minik bir konuşma geçti. Sonra bana adresini verdi, mutlaka yaz diye. Çok sahiciydi.

Beat Kuşağı müziğe de çok düşkündü. 1950’lerin Cool Jazz ve 60’ların Free Jazz akımları Beat sanatçıların ve Beatnik’lerin varlığıyla, katkısıyla bütünleşti…Müzik benim için de önemliydi. Derkenar,  sıra dışı  müzikler. Müzik hep vardı hayatımda. Kameralar daha ulaşılabilir hale geldiğinde benim de bir kameram oldu. O kamerayla  müzik, doğa,  hayvanlar, yollar, ailem ve arkadaşlarımın hayatlarından kesitlerin olduğu ev filmleri yaptım.  Sonra kolaj haline geldi tüm bu görüntüler.  Hepsi Kop- Art’ta vizyona girdi.

Mahan Doğrusöz: Bütün bunların kaynağı olarak “sürrealizmi” konuşmak istiyorum. Sürrealistlerin adı aramızda hiç geçmemişti ancak bunları besleyen engin deniz sürrealizm gibi geliyor bana.

Gamze Fidan: O zamanlar adlarını çok bilmiyordum. Daha sonraları Sürrealistlerin Dadadan çok beslendiğini gördüm. Sanatın özünde olması gereken anarşizm olayı var. Dadaistler bunu sonuna kadar götürdü. Sanatla dahi dalga geçtiler. Çünkü sanatı da burjuva üretiminin bir parçası gibi görüyorlardı. Sanatı oluşturan toplumu, savaşı üreten toplumdan ayırmadılar. Kendilerini o anlamda sanatçı olarak görmediler. Ancak bugün bakınca yaptıkları işin içeriğine duyulacak hayranlık bir tarafa, ne kadar üst düzey bir estetik taşıdığı ortada. Dada beni çok besledi. Sürrealistler de Dadadan çok faydalandılar. Anarşist ruhlular, punklar için Dada vazgeçilmez bir dededir. Bizim böyle bir sloganımız vardı. “Dada bizim dedemiz” diye. Dadanın önemi üzerinde yeterince durulmadığını düşünerek gündeme getirmeye çalıştık. Dada manifestoları vardır insana çok sıcak gelen, çok da etkileyen. Tekrar tekrar okuyorum onları.

Mahan Doğrusöz: Sen kelimeleri çok güçlü kullanan, “kelimeler dünyasında” büyümüş bir kişisin. Bir yandan da Boğaziçi Üniversitesi’nde Psikoloji okudun yani aslında sosyal bilimcisin. Bütün bunların görsel bir dile dönüşmesi süreci var senin için. Bu geçişin zorlukları oldu mu? Çünkü bu süreç yeni bir dil öğrenmek,  yeni bir dilde yaratmayı öğrenmek gibi…

Gamze Fidan: İlk önce yazı vardı. Daha sonra video-art yani hareketli görüntüler. Yirmili yaşlardaydım. Çizim  yapmayı  planlıyordum. Lisede fotoğraf ciddi bir uğraştı benim için. Kolajı   keşfederken desenimi de geliştirmeye çalıştım. Markörlerle başladım ve baktım çizebiliyorum. Renklendirebiliyorum. Böylece bir taraftan tipografiler, çizimler, diğer taraftan kolaj yaptım. Bu tam anlamıyla Dadaymış ama ben henüz Dadayı bilmiyordum.  Dadayı keşfettikçe ne kadar rahat olmam gerektiğini anladım. Dadacılar  yağlı boya resime karşı, virtüoziteye karşı. Bunların sanatta elitizme yol açtığını düşünüyorlar. Kullanılan araçlarda sınır tanınmaması gerektiğini düşünüyorlar. Ben de ‘tümel yapıt’ların peşine düştüm…

Mahan Doğrusöz: Bütün bunların arasından performans sanatından nasıl beslendiğini de konuşmak gerekir. Özellikle seni etkilemiş bir performans sanatçısı aklına geliyor mu?

Gamze Fidan: Pina Bausch’dan söz etmiştik zaten. O’ndan başka, ilahi müziğiyle John Coltrane, fluxus dâhisi Nam Jun Paik, kurguları ve akıl durduran performanslarıyla  Joseph Beuys..

Mahan Doğrusöz: Pina Bausch’dan kalan bir imge, bir çağrışım var mı zihninde?

Gamze Fidan: Pina Bausch deyince aklıma kadınlık, dramatik performanslar geliyor. Dramatiğin inanılmaz estetik formlarla insanı can evinden yakaladığı birtakım görseller geliyor. Çok vurucu ve derin. Siyah beyaz imgeler geliyor. Makyajlar, kıyafetler sade ama etkileyici. Hareketler baş döndürücü.

Mahan Doğrusöz: Bir yandan da psikoloji okuyordun…Psikoloji eğitimi yaratıcılığını besledi mi? Üretim sürecine katkısı var mı?

Gamze Fidan: Kişisel bir rahatlık, iletişim kurarken rahatlık, karşındakini  algılarken bir rahatlık sağladı. Bence bütün bunlar sanatçıda olmazsa olmaz şeyler. Dünyayla doğru iletişim kuramazsan yaratıcı potansiyelin  içinde patlar. Ben ilk başlarda dışarıya açılmakta zorluk çektim. Yaptığım şeyleri insanlara sunma aşamasında utanıyordum. Ama psikoloji eğitimi alırken özgüvenim arttı. Dışa açılmayı da Amerika’ya gidince yapabildim.

Mahan Doğrusöz: Utançtan sonra özgüven geliştirmenin bir süreç olduğunu söyledin. Sence kadın olmanın yaratma cesaretini edinmekle ilgili yaşadığın zorluklarla bir bağlantısı var mı?

Gamze Fidan: Benim için yok. Belki  biraz şanslı bir kesimden geliyorum. Ben kadın olmayı biraz geç öğrendim. Kadının yarattığı değerleri korurken ne kadar zorlandığını da geç öğrendim. Ben cinsel kimliğim olmadan, çocuksu bir cesaretle vizyonumu geliştirmeye ve kendimi anlamaya çalıştım. Bilim insanları, fizikçiler var ama sanatçılar yok ailemde, dolayısıyla bir rol modelim olmadı.  Arkadaşlarım sanatçıydı. Cesareti biraz onlardan aldım.  Dünyaya açılmak vakit aldı ama her şey kendi zamanını bekler zaten.

Mahan Doğrusöz: Seni hazırlayan yaratım sürecini “sembolik doğurganlık” olarak da nitelendiriyorum. Biz anne olmayı seçmedik. Sembolik düzeyde bir yaratım içine girdik. Kop-Art’ın doğumunun somut olarak gerçekleşmesi hangi yıllara denk geliyor?

Gamze Fidan: Milenyuma denk geldi. Doksandokuzda Amerika maceram var. Burada bir şeyler bitti, okul ve master bitti. O sırada Amerika’yı arabayla dolaşmak için bir teklif aldım. Bu benim uzun yıllar beklediğim bir şeydi. Kaygısızca yollara düşmek ve izlemek, tanışmak..

Aslında üniversite zamanında Anadolu kültürüyle de bağlantım oldu. Annem halk müziğini çok severdi. Aşıkları dinliyordum. Anadolu ermişleri, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Karacaoğlan, Mevlana ilgimi çekiyordu. Eserlerinin manevi zenginliğinden, mücadele ruhundan, sadeliğinden beslendiğimi söyleyebilirim ama kendimi ifade ettiğim çevrenin yüzü batıya dönüktü. Doğaçlama müziklerin yapıldığı, bilinç akışı metinlerin yazıldığı, fanzinlerin havada uçuştuğu, avant-garde’a göz kırpan ‘iş’ler üreten bir çevre. Türk şiirini, edebiyatını da ihmal etmedim, klasikler belki değil ama, A. Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Sevim Burak, ikinci yeni kuşağı ve sonrasından Nilgün Marmara beni büyüledi. Daha sonra Amerika’ya gittim. Altı ay doğu yakasından batı yakasına ülkenin çok yerini  gezdim ve İstanbul’a geri döndüm. Burada sekiz ay daha yaşadım. Radikal Gazetesi’nde çalıştım. Onun da bittiği ve sıkıcı hale geldiği bir noktada tekrar Amerika’ya gittim. Bu kez gezgin ve maceracı olarak değil de kendimi geliştirmeye yarayacak şekilde. Nereden tutturabilirim, hayatımı nasıl kazanabilirim New York’ta diye düşünürken, moda olabilir dedim. Şansım varmış, iki hafta içinde iş bulup moda sektöründe çalışmaya başladım. İki yıl boyunca kumaşlar, özellikle de kotlar tuvalim oldu. Çok sanatçıyla çalıştım. Sanatçıların hayatta kalmak için ne kadar rahat işbirliği yaptığını gördüm. Daha sıra dışı, punk bir çevreydi. O çevre içinde fikirler oluştu ve nasıl bir yol izlemem gerektiğiyle ilgili ipuçlarını bulmuş oldum.

Mahan Doğrusöz: Amerikan kültürü içinde bireyin ve bireyin yaratıcılığının da desteklenebileceği bir kanalın da, bir damarın da olduğunu söylemek mümkün. Ana akım dışında kimliklere de yer var.

Gamze Fidan: Sıfır sermayeyle ayakta durabileceğin bir alan var Amerika’da. Bu riski alabilirsin. İkinci gidişim buna izin verdi. Gitmeden önce Kop-Art’ın tohumlarını beraber attığımız Cansu Aybar ile konuşmalarımız olmuştu. Ben ikinci defa New York’a gitmeden önce, Kop-Art konsepti ortaya çıkmıştı zaten.

Mahan Doğrusöz: Kop-Art ismi nasıl doğdu?

Gamze Fidan: Cansu ile televizyon izliyorduk. Ressam ve akademisyen Adnan Çoker ile Hülya Avşar arasında bir tartışma oldu. 2000-2001 yılında olabilir, tam hatırlamıyorum. Bir sergi açılışında karşılaşıyorlar. Hülya Avşar tablolara bakıyor, satın almak üzere. Karşılaştıklarında Adnan Çoker Hülya Avşar’ı azarlarcasına ‘’Sen sanattan ne anlarsın  minvalinde bir konuşma yapıyor. Hülya Avşar da o patlak özgüveniyle yapıştırıyor ‘’Ne münasebet! Ben sanatçının ta kendisiyim, benim kayınpederim de ressam. Sizin bu söylediklerinizi size iade ediyorum.’’  Bu tartışmayı televizyonda tekrarından afallamış halde kahkahalarla izlerken, Cansu ile hayal kurmaya başladık; Sergi açılışında Hülya Avşar, Adnan Çoker yerine Andy Warhol ile karşılaşıyor. Gerçekteki üstten bakmalı elitist tavra inat, Andy Warhol, Hülya Avşar’a  komplimanlar yapıyor, aralarında tatlı konuşmalar geçiyor. Cansu çizgi bant olarak çizmeyi düşündü hayalimizi. Ben bunun bir ismi olsun, “pop art” değil de “Kop-Art” olsun dedim. İnsanların koptuğu, komik bulduğu bir sanat akımını düşünerek. . Daha sonra ikimiz de New York’a gittik. Sonra döndük. Aslında tatil için gelmiştim İstanbul’a ama Cansu kesin dönüş yapmıştı ve benim de Amerika’ya geri dönmemi istemedi. Burada kalmam için baskı yaptı. “Kop-Art’ı hatırlamıyor musun? Kendi tasarımlarımızı yaparız.” dedi. Birden bire uyandım. Başkası için çalışmanın benim için bittiğini düşündüm. Kendi markamızı, kendi tasarım hareketimizi başlatabileceğimizi düşündüm. Uçağımın kalkmasına birkaç saat kala hala kalsam mı gitsem mi diye karar vermeye çalışıyordum. İstanbul ağır bastı sonuçta…

Birkaç aya kalmadan, Time Out dergisinden bir defile yapma teklifi aldık. Biz defile yapmayız ama video defile yapabiliriz, orada gösterebiliriz dedim. Tamam dediler. “Üst Baş” adlı bir video defile yaptık. Aynı evde yaşayan üç genç kızın sabah uyanmalarından gece dışarıya çıkma hazırlığına ve eve dönüşlerine bir günlerinin anlatıldığı, hazırladığımız kıyafetlerin de böylece tanıtıldığı bir film. Kendimiz çektik, montajladık,  Babylon’da sunduk. Ailemi de çağırdım, Kop-Art’ın açılışı böyle oldu.

Mahan Doğrusöz: Ailenin tepkisi nasıldı?

Gamze Fidan: Çok şaşırdılar. Bunun sunulduğu gece canlı elektronik müziğin, dj’lerin olduğu ve tamamen gençlerin geldiği bir geceydi. Annem ve yüksek volümlü elektronik müzik! Daha sonra bizim “Üst Baş” gösterilmeye başlandı. Tamamen şaşırdılar,  heyecanlandılar, ambele oldular, kafaları şişti. Çok eğlenceli bir geceydi.

Mahan Doğrusöz: Kop-Art yolculuğu nasıl devam etti sonra?

Gamze Fidan: Bu sunuma yönelik gelen tepkilerle çok cesaretlendik. Farklı butikler türemeye başlamıştı Cihangir’de. Bu butiklerden kıyafetlerimiz için teklif almaya başladık. Elimizde yirmi parça kıyafet vardı. Hızla satıldılar.  Biraz para döndü. Tekrar boya aldık, kıyafet aldık. Bizim moda anlayışımız da tamamen Dada. Hazır olan t-shirtleri ve daha geniş anlamda giysileri anlamlandırmayı, onların boşluğuna son vermeyi hedefledik. Baştan bir kalıp çıkarma söz konusu değildi. Varolan kalıpları değiştirdik , yeniden şekillendirdik. Sloganlarımızı, şablonlarımızı uyguladık, grafiklerimizi dijital bastık, serigrafiyi çılgınca kullandık kıyafetler üzerinde. Biz aslında sanatı her haliyle, her boyutuyla yaşamak istiyorduk. Üst baş olayını geliştirelim dedik. Kulüp geceleri oluyordu İstanbul’da. Elektronik müzik yeni yeni patlamaya başlamıştı. Bir Kop-Art partisi nasıl olmalı diye düşündük. Konsepti, adı olsun ve o konsepti işleyelim istedik.  El ilanları, çıkartmalar, insanlara satabileceğimiz,  gösterebileceğimiz şeyler olsun, çok renkli olsun ve herkese ulaşabilelim istedik. Kaliteli, stil bir eğlence anlayışı ortaya çıkarmayı amaçlıyorduk.  Ve bir kulüple gündüz partisi yapmak için anlaştık.“Hello, Where Are You? Merhaba, biz buradayız siz neredesiniz?” diyerek de  giriş yaptık .

Mahan Doğrusöz: Bana Oğuz Atay’ın Demiryolu Hikayecileri öyküsünün son cümlesini hatırlattı. “Ben buradayım sevgili okuyucum, ya sen neredesin?” der Oğuz Atay.

Gamze Fidan: Bingo! Burada Oğuz Atay’a yaptığımız bir gönderme söz konusu kesinlikle.

Mahan Doğrusöz: “ Hayal-Et, Hiçbirşey için Sanat, Dada Bizim Dedemiz” ilk başlarda olan sloganlar mıydı yoksa sonradan mı eklendi?

Gamze Fidan: En baştan beri olan sözlerdi. Bizim ilk çıkış noktalarımızdı.

Mahan Doğrusöz: “Art for Nothing” ne söylüyor?

Gamze Fidan: Ortaokuldan beri duyarız sanat ne içindir sorusunu. Sanat toplum için midir, sanat sanat içindir midir vs. Oysa ben sanatı kişinin yaratmadan duramadığı bir nokta olarak kurguladım. İçinden geldiği için üretmek, yaratmak, bir karşılığı olduğu için değil. Koşulsuz şekilde sanat, engellenmeden sanat anlamında kullandım ben o sözleri. Bu Cansu’nun da hoşuna gitti.

Mahan Doğrusöz: Kop-Art için en başta interaktif,  etkileşimli kelimelerini kullandın. Nasıl bir etkileşimli süreçten bahsediyorsun?

Gamze Fidan: Kop-Art’ın en baştan beri böyle bir niyeti vardı. ‘Alıcı’mız olan insanları yaratıcı sürece dahil etmek. Sözgelimi bir  p(art)imizde moda çekimi yapıyorsak misafirlerimizi de model olarak kullanmak. Gösterdiğimiz işler konusunda konuşmak, ilham alışverişleri, fikir alışverişleri..

Örneğin; “Gerçeği Rüyadan Ayırmalı mıyız” konsepti ikinci p(art)imizin ana fikri oldu. Mekanda, rüya ve gerçek odalarını tasarladık. Rüya odasında dev bir yatak, dev bir TV, geri dönüşmüş ekranlar, süslenenler için şık bir tuvalet masası, dia gösterilen çadır vs., Gerçek odasında canlı elektronik performans, çiğ ışıklar.. Başka sanatçıların da katkısı oluyordu. Bir proje öncesi söz konusu konsept çerçevesinde bir iş yapmak ister misiniz diye soruyorduk. Doğaçlama katılımlara da açıktık. P(art)ilerimizde canlı makyaj vardı, styling vardı. Bu sürece katılanlara da sanatçı gözüyle bakıyorduk.

Mahan Doğrusöz: Sanatçı ve izleyici arasındaki ayrımı ortadan kaldırmışsınız…

Gamze Fidan: Evet, kesinlikle! Biz de çok ulaşılabilirdik. İnsanlarla çok rahat iletişime girdik, kıyafetler üzerine ve ürettiğimiz işler üzerine konuştuk.

Mahan Doğrusöz: Bizim kültürümüz içinde daha marjda duran insanların kucakladığı bir hareket olarak algılıyorum sizin hareketinizi. Diğer yandan da “ana akım” diyebileceğimiz yayın organlarının da bakış açınızı merak ettiğini görüyorum. Ana akım üzerinde de etkileriniz oldu mu?

Gamze Fidan: Biz bastırdıkça ilgi ve merak arttı. Yerli ve yabancı moda dergileri ve gazetelerde, televizyon kanallarında projelerimiz, röportajlarımız yayınlandı, buralardan başka işbirlikleri türedi. Trendsetter dergisi ile tam bir bütünleşme  halindeydik, her yeni sayısında yer aldık sayfalarca. Daha sonraları,  Art Decor dergisi aracılığıyla, Resim ve Heykel Müzesi’nde gerçekleşen tasarım ödülleri gecesinin açılışında, ozalit baskılarla ‘Art is Anything’ başlıklı bir sergi açtık mesela.  Güncel bir sanat insiyatifi için Resim ve Heykel Müzesi gibi tarihi bir mekanda ultra modern bir medium’la böyle bir sergi şaka gibi…Gerilla atak gibi!

Mahan Doğrusöz: Kop-Art’ın kendi mekanı nasıl oluştu?

Gamze Fidan: Bir süre yersiz  yurtsuz  devam ettik. Tek gecelik  p(art)i-performanslar kurguladık. Bu süreçte çok insana ulaştık. Bu ulaştığımız insanlardan bir tanesiyle; Zeynep Turuthan’la yakın arkadaş olduk. Bizimle bazı ataklar yapmaya gönüllü oldu.

Bir atölye ve Kop Art’ın kendi merkez üssünü oluşturmak üzere çalışmalar yaptık. ‘Kop-Art’tan Al Sana!’ projesi ortaya çıktı. Bu proje çerçevesinde Çukurcuma’da hayalimizi hayata geçirdik.  Galerimizi edinmiştik; kendi işlerimizi sergileyebileceğimiz bağımsız üs hayalimiz artık gerçekti. Beş yıl kadar orada eylemlerimizi sürdürdük.  Türkiye için sıra dışı anlayışta, vitrinleri, dekoru ve içeriğiyle fenomen bir yerdi . Çok güzel bir açılış p(art)siyle başladık işe. Sokak sanatçısının kamusal yuvası, Al Sana! böyle doğdu.

Mahan Doğrusöz: Daha önce sokak sanatı yok muydu?

Gamze Fidan: Vardı! El ilanları, çıkartmalar dağıtıyor,  şablon baskılar yapıyorduk. Defterlerimdeki kolajları farklı mekanlarda büyük boyutlu uygulamak istiyordum. Dogz Star’da şahane bir parti vermiştik, ‘Divine Trash’ konseptiyle. Cansu’nun doğum günüyle aynı tarihteki bu ‘event’ benim ona doğum günü  hediyemdi. Burada ilk defa dünyayla eş zamanlı olarak çok büyük boyutta fotokopi baskıları (ozalitleri) hayata geçirdik. Sokaklara ve Dogz Star’ın içine baskılarımızı yerleştirdik. Kulübün dekorasyonunu konsepte adapte ettik. Sadece Cansu’nun imajlarını ve trash’i kullanan bir estetikti. Bunların siyah beyaz olmasını istemedim. Elle müdahalelerle renklendirdik.

Geçenlerde sokak sanatı ile ilgili bir belgesel izledim. İkibinli yılların başında Londra’da, Berlin’de, New York’ta çıktı ozalit baskı uygulamaları. Şablon dışında, sanatçıların fotokopiyi kullandığı bir araç olarak. Kağıt  gibi temel ve ucuz  bir  malzemeyle.  Bunu İstanbul’da eş zamanlı Kop-Art yaptı. Bu anlayışı kendi mekanımızda da uygulamaya başladık. Farklı fikir ve konular ‘iş’lendi enstelasyon projelerimizde. Sokak hayvanlarıyla ilgili bir çalışma dahi yaptık.  Şehrimizde bizlerle birlikte yaşamak zorunda olan sokak hayvanları da pekala sokak sanatının malzemesi olabilirdi.

Mahan Doğrusöz: Başka hangi temalar öne çıktı sokak sanatında? Başka hangi  temalar senin için hassasiyet taşıyordu?

Gamze Fidan: Pop figürler, kişisel ikonlarımız, kendimiz, hayvanlar, hem sanat güneşimiz Zeki Müren, hem de bilim güneşimiz Mustafa İnan mesela… Güncelden çok beslendik. Sanatın kendisinden beslendik. “Campy” yapımlar, oyuncular, didaktik olmayan ve eğlendirirken birtakım mesajlar veren şeyler. Trash kavramından çok beslendim.

Mahan Doğrusöz: Trash kavramını biraz açabilir misin?

Gamze Fidan: Çer-çöp diye görülenin asıl malzeme haline gelmesi bence. Sanırım ilk John Waters ile gündeme geldi bu kavram,  Mondo Trasho (Çöplük Dünya) adını verdiği bir debut (ilk) filmle.. Divine diye bir karakteri vardır John Waters’ın. Bu karakter hemen hemen bütün fimlerinde yer alır. Hem çok komiktir, hem çok cesurdur, hem çok estetiktir, hem çok anti-estetiktir. 1950’lerin ve 1960’ların sinemasından birtakım figürler, özellikle kadın kahramanlar, Barbarella, Tara Satana, Valerie Solanas.. Örneğin, Russ Meyer’in Faster Pussy Cat Kill Kill filminde oynattığı üç kadın karakterle, Cansu’yu, kendimi ve Zeynep’i bütünleştirmiştim. Daha sonra bununla ilgili hazırladığımız fotomontajlar, ‘Süperkadın’ın Hayal-Eti (Phantom of the Superwoman)’ isminde bir fotoroman serisine ve enstelasyona dönüştü.

Mahan Doğrusöz: Kop-Art üzerine konuşurken aklıma “oyunculuk, eğlence” gibi temalar da geldi.

Gamze Fidan: Evet bu aslında bizim hedeflediğimiz “campy” estetikte karşılığını buluyor.

Mahan Doğrusöz: Yurtdışına davet süreciniz hangi yıllarda oluyor? Türkiye dışında da fark edilmeye başlamanız hangi yıllara rastlıyor?

Gamze Fidan: Zamanla İstanbul’da bizi bilen ve takip eden bir kitlemiz oluştu. Web sitemizi Cansu hazırladı ve 2004-2005 yılında hayata geçirdik. Sitemizin yurtdışında da takipçileri oluşmuş.

Mahan Doğrusöz: Daha çok hangi ülkelerden ilgi gördünüz?

Gamze Fidan:  Hollanda ve Almanya’dan. Oralarda sergilerimiz oldu. Gece kulüplerindeki partilerle başlayan süreç giderek yerleşik sanat içinde saygı gören bağımsız sanat hareketine doğru evrilmeye başlamıştı.

Mahan Doğrusöz: Bu nasıl hissettirdi seni?

Gamze Fidan: Çok iyi hissettirdi. Yurtdışına daha önce çıkmıştım. Fakat bir ülkeye sanatçı olarak gitmek, orada işini sunmak, bu çatı içinde bazı insanlarla tanışmak çok heyecan verici. Rotterdam’daki sergide, Türkiye’yi gündem olan muhafazakar, tarihi ya da etnik söylemler yerine, beklenmedik bir projeyle temsil etmek güzel olur diye düşündüm mesela. Özellikle yeni bir şey hazırlamadım.  Süperkadın’ın Hayal-Eti serisini götürdük. Bu hayaletle tanışmak hem şaşırttı, hem de sevindirdi yabancı izleyiciyi.

 

Mahan Doğrusöz: Nasıl bir tepki oluştu?

Gamze Fidan: Çok güzel tepkiler aldık. Hikaye baştan sona kendimizin yazdığı bir fotomontajdı. Bunları kare kare tablolaştırdık, çoğunu elle renklendirdik. Hollanda basınında yer aldı. Burada süper kadın olmanın sırrı didaktik olmadan, estetik, keyifle bakılası, komik bir hikaye olarak kurgulanmıştı. Estetik özüne uygun şekilde “campy”. Kendi hikayemizi onun üzerinden verdik.

Mahan Doğrusöz: Bütün işlerinizi “oyuncu” olarak algıladığımı söyledim.  Türkiye’de hiç olmadığını düşündüğüm bir şey bu. Her şeyin “ağdalı” olduğu, “ağırlaştığı”, “taşınamayacak kadar ciddileştiği” bir kültür Türk kültürü. Bu anlamda işlerinizin “hoş bir hafifliği” de var. Kadın ve hafif kelimeleri Türkiye’de bir arada kullanıldığı zaman olumsuz bir çağrışım yapıyor. Sizin işlerinizde hem kadınsı, hem hafif, hem de “oyuncu” çağrışımlar var. Batıda da olumlu yansımalar bulmasını anlayabiliyorum.

Gamze Fidan: Batıyı da şaşırtmak istedik. Kop-Art’ın orijinal, kendine has bir yapı olduğunu fark etmişler. Üç kızdan oluşan, bağımsız bir sanat hareketi. Çok ağırlaşmadan ifade ettiğimiz mesaj herkesin ilgi odağı oldu. Orada pek çok iş de sattık. Türkiye’de kağıt bir işin satılması bayağı zordur. Yurtdışında buna değer verdiler.

Mahan Doğrusöz: Batıda da biliyorsun kadın sanatçıların ortaya çıkması altmışlı yıllara dayanıyor. Yani orada da kadın sanatçıların kendi seslerini, duruşlarını ifade etmeleri çok yeni. Erkek sanatçılar Rönesansla beraber bir kimlik olarak ortaya çıkıyorlar ama kadın sanatçılar 1960’lı yıllara kadar beklemek zorunda kalıyorlar.

Gamze Fidan: Türkiye’de Cumhuriyet döneminde hareketlenme başlıyor. Daha bağımsız anlamda çok tanınmış-varlıklı ailelerin kızları var. Tanınmış olmayan bir aileden bir kadın sanatçının  özellikle de alaylıysa yeşerebilmesi ve kendine yer edinmesi hala zor. Kadının yaptığı işleri hiçbir sermaye desteği almadan üretebilmesi ise rüya gibi bir şey.

Mahan Doğrusöz: Sizinkisi gerçekleşmiş bir rüya gibi duruyor. Muhalif ve “anarşizan” üç kadın sanatçının yarattığı bir oluşumun bu kadar kabul görüyor olması belki Türkiye’de bir şeylerin değiştiğini gösteriyor.

Gamze Fidan: En azından İstanbul’un belli yerlerinde alıcısını bulabildi.

Mahan Doğrusöz: Sizin takipçiniz olan grup hangi yaş grubu?

Gamze Fidan: Tamamen genç ruhlu olan kişiler. Belirli bir yaş grubu yok. Ergenlik çağındaki pek çok gençle tanıştım. Hatta çocuklar için bile ürün tasarlıyorduk. Yani yediden yetmişe çok geniş bir kitleye seslendik.  Tasarımcılar, gezginler, yabancı sanatçılar, turistler ve kendi ekürimiz.

Mahan Doğrusöz: Toplumsal cinsiyet meselesi üzerine kafa yoran birisi olarak yeni nesil kadınlara nasıl rol modeli olduğunuzu sormak istiyorum. Böyle bir şey hissettin mi? Kop-Art hareketinin kadınlar için vizyon açıcı bir deneyim olduğunu düşünüyor musun?

Gamze Fidan: Çok ilginç deneyimler yaşadık. “Çok asi bir kızım” diye gelen alıcımız iki- üç gün sonra dev kolajıyla geri geldi ve ‘Bunu size hediye etmek istiyorum’ dedi. Bu deneyim benim için çok özeldir. Kendi kolajını bize hediye etti. Bir motivasyon vermiş oluyorsun. İnsanlarla bir kez tanışınca gözümün tuttuklarına, ‘Yalnız alışverişe değil, iyi vakit geçirmek için de gelin takılın’ diyordum. O zamana kadarki üretimi sürekli olarak mekanımızda tutuyordum; kolaj defterlerini, sergilerdeki yer almış eserlerimizi, şablonları, müzikleri, filmleri. Dolayısıyla sadece kıyafetlere bakmak zorunda değildi kimse. Pek çok yaşıtımız ya da daha genç jenerasyondan  kadın sanatçılarla tanıştık Al Sana! açılınca. Atıl Kunst insiyatifi örneğin..Ya da Gaipten Sesler’in kurucusu Nilüfer Ormanlı..Hem arkadaşlarımız hem birlikte çalıştığımız kişiler oldu. Al Sana! fanzinine katkıda bulunan, fotoğrafçı, sokak sanatçısı Bahar Onan,  performans sanatçısı Gökçe Yiğitel, Muzır konseptini ve göçebe modayı bize tanıtan Seda Umar, ressam ve küratör Leyla Gediz, dokümanterlerimizi birlikte montajladığımız Aybeniz Esen.. ilk aklıma gelenler..Moda çekimlerimizde birlikte çalıştığımız güzel insanlar, modelliğimizi yapan arkadaşlarımız ve daha pek çok zevkle anımsadığımız kadınlar arası işbirliği oldu..

Mahan Doğrusöz: Bütün bu süreç içinde yaptıklarından zihninde kalan başka önemli bir anı var mı?

Gamze Fidan: Öyle çok ki…Ama benim için  Divine Trash partisinin özel bir yeri var. John Waters ve Divine’a selam göndererek yola çıktığımız bu deneyimde, Divine Trash benim aslında Cansu’ya atfettiğim bir tamlamaydı. Es geçmeyi bilmesi, sanat yaparkenki rahatlığı, sahnedeki kişisel karizması  nedeniyle.  Onun estetik ve insani güzelliği beni çok etkilemişti. Doğum gününü bu konseptte bir parti aracılığıyla kutlamak istedim. Deniz Pınar’dan, Banu Yüce’ye pek çok sanatçının katkılarıyla, hep beraber çalıştık. Kendi partisi için kendisi de çalıştı. İki katlı bir mekandı. Zemin katta bir yatak odası tasarlamıştık ve o yatak iki yıl kaldı orada. Mekanı  tamamen kolajlarla kapladık.  Sürekli dönen videolar vardı. Geri dönüşümlü sunduğumuz eserler vardı. İşlerimizi oluştururken çıkan çöpleri bile atmadım, orada sakladık. Kağıt işler oldukları halde aylarca belki bir yıl boyunca kulübün duvarlarını süslediler. Bu p(art)i ve enstelasyon daha biz Al Sana!’yı açmadan Dogz Star’ı kişisel galerimiz haline getirdi. Herkes çok eğlendi, doğum günü pastası bile ‘trashy yani  çöpsel yapımdı ve onu da iştahla yedik paylaştık..Bir fikrin bu kadar yaşamın içinde olması ve getirdiği kazanım çok etkileyici. En sonunda polis zoruyla kaldırıldı zemin kattaki yatak. Üstelik Dogz Star büyük bir ceza ödemek zorunda kalmış.

Mahan Doğrusöz: Neden?

Gamze Fidan: “Bir kulüpte yatak odasının işi ne? Böyle bir dekorasyon olamaz.” denmiş. Yasal değilmiş. Biz bunu büyük bir rahatlıkla yapmıştık. Onlar da korumuştu. Yatak, yastıklar, TV ekranları, aydınlatma üniteleri, kolajlar, ozalit tablolar bir bütündü.. Alternatif ev kurgusunun bir yansımasıydı..

Mahan Doğrusöz: Bu noktada bizim kültürümüzün yaratıcılıkla ilişkisini, bu kültürde yaratıcı olmanın nasıl bir deneyim olduğunu senden duymak istiyorum. Ben, Türkiye’yi, yaratıcılığı destekleyemeyen, hayata ve dünyaya daha esnek, daha “vizyoner” bakan insanları besleme konusunda kapasitesi düşük bir anneye benzetiyorum. Sen bu “tezimle” ilgili ne düşünüyorsun? Türkiye “yaratıcı çocuklarına” karşı çok “acımasız” davranıyor gibi geliyor bana.

Gamze Fidan: Maalesef . Hep bir engellenme, bir sınırlanma söz konusu. Bu engellemeler ekonomik olabilir, geleneksel olabilir,  gündelik ahlakla ilgili sıkıntılar olabilir. Benim kültürel olarak gördüğüm, sınırlı bir çevre dışında insanların esnekliğinin olmaması.  Canlı, “oyuncu”, “eğlenceli” kalabilmek zor bu kültürde. Çağdaş sanata ilgisiz halk, hayat damarlarından biri kopmuş farkında değil.

Mahan Doğrusöz: Bütün bu konuştuklarımızdan yola çıkarak Türkiye’yi anlatacak bir kelime bulsan ne dersin? Herhangi bir imge, ses, görüntü olabilir.

Gamze Fidan:  Melodram. Hem çok sıradan, hem çok yapıştırma, hem de çok sentetik şeylerin bir aradalığı. Hem duygusal hem acıklı olaylar zincirlemesi. Gündelik mutsuzluklar, sınırlandırmalar içinde insanlar. Rahat, hafif, kanatlı, keyifli hissettirecek ruh halini yakalamak gerçekten giderek zorlaşıyor. Bağımsız basın, sanatçı ya da birey sürekli örseleniyor.  Eğlencesizlik diyebilirim bir başka çağrışım olarak ya da bir çeşit kaba mesafesizlik. Yine geçmişe sarıyorum kasedi ve bir episod canlanıyor:

Jeanden tuvaller diye bir sergiye katılmıştım. İki tişört, iki jean pantolona kolaj baskılar yapma süreci ve genel hayat tarzımızdan anların yansıtıldığı ‘Herşey Çöpe Gider’ adında kısa bir filmle. Sergi mekanında monitör kafalı mankenimiz MoKa  filmimizi sundu. Neyse, Net Copy’nin zemin katında baskılarımı yapmak üzere bekliyorum, bir taraftan da filmi çekiyoruz. Ürünleri bir an önce bitirip, filmi bitirip montajlamam ve monitör kafalı mankenimi hazırlamam gerek. Her şey için bir hafta sürem var. Oradaki eleman başka müşterilerle ilgileniyordu. Vaktim yok. Sıra çok. Stresten çatlar gibi oldum ve elemana gidip açık açık, Lütfen benim işlerime de bakar mısınız, bu proje benim için çok önemli ve hiç zamanım kalmadı dedim. O gün tanıştık Engin Şen’le. Birden beni anladı, bir anlayış gelişti, yaparız dedi. “Yaparız ama iyi bir ruh haliyle” dedi. İyi bir ruh haliyle tamamladım tüm süreci. İyi bir ruh haliyle yapınca sonucun ne kadar iyi olduğunu görüyorsun. Ondan sonra çok eğlendim. Benim için bir şeyi hazırlarken, yaparken o sırada yaşadığım deneyim ve iyi bir ruh halini koruyabilmek daha önemli hale geldi. Engin’le işbirliğimiz yıllarca sürdü, tüm baskılarımızı o yapardı bir nevi süper ağırlardı beni her Net Copy macerasında. İşle ilgili fikirlerini sorardım. Kop-Art  çıkartmalarının koleksiyonunu  yapardı. Net Copy de o gün bugündür sponsorumuz oldu. Bize yıllarca karşılıksız destek oldular. Koptuk gibi görünüyor biraz sorudan ancak şöyle bağlayayım; Genel bir eksiklik var ülkemizde o da ‘iyi bir ruh hali’nin eksikliği olabilir…

Mahan Doğrusöz: Türk kültürü yaratıcılıktan korkan bir kültür diyebilir miyiz?

Gamze Fidan: Evet diyebiliriz. Aslında yaratıcılık korkulması gereken birşey ama olgunlaşmamış ruhlar için. Olgunlukla bunun seni uçuracak kanatlar olduğunu görüyorsun. O olgunluğa erişmediğimiz için korku yaşıyoruz. Bir toplumun bunu aşması kolay değil ama bunu aşmış toplumlar var. Mesela Hollanda. Çok güzel tepkiler aldık Hollanda’da. Bir bebeğin Herşey Çöpe Gider filmini yerdeki ekranımızdan tay tay halde sonuna dek izlediğini, heyecanlandığını gördüm. Yaşlı başlı insanlar ayakta seyretti.  Bütün fotoroman karelerini tek tek incelediler. Gençler, Süperkadın baskılı t-shirtleri çığlıklar atarak denediler. İnsanların sanata olan yaklaşımı çok gündelik, çok rahattı.

Mahan Doğrusöz: Kop-Art mekanının sonu nasıl oldu?

Gamze Fidan: Mekanın olması daha yerleşik, daha rahat bir hava verdi bize.. İlk başlarda üçümüz çok koordineli çalışıyorduk. Partiler düzenliyorduk, enstelasyonlar, fanzinler, giysiler hazırlıyorduk. Bitmek bilmeksizin sadece bu vardı hayatımızda. Yoğun bir süreçti. Bir süre sonra ayrışmalar başladı. İşbirliği sona erdi ve parçalandık.

Mahan Doğrusöz: Ne zaman sonlandı tam olarak?

Gamze Fidan:  2011 Ekim’de Kop-Art’tan Al Sana! kapandı. Berlin’deki sergimizden bir süre sonraya tekabül ediyor.

Mahan Doğrusöz: Bu serginin teması neydi?

Gamze Fidan: ‘Beni Sen Güzelleştiriyorsun’. Sokak hayvanlarıyla ilgiliydi. Kültürlerarası sanatçı değişimi projesi kapsamında İstanbul’u ve özelinde de Cihangir’i yansıtan bir iş olsun istedik. Sokak hayvanlarının Türkiye’de bolca olduğunu biliyoruz. Bu hayvanlar bizimle yaşarken aslında yaşamımızı güzelleştirir, zenginleştirir çoğu insan bunun farkında olmasa da. Biz bu çalışmada onları estetik bir değermiş gibi göstermek istedik. Sokak hayatının karmaşasını ve zorluğunu yansıtmak istedik her canlı için. Fotoğraf  makinelerimizle civarın hayvanlarını doğal ortamlarında çektik, bunları grafikleştirdik. Hayvan severlerle, hayvan hakları koruyucularıyla konuştuk ve bu röportajları belgesel haline getirdik. Berlin izleyicisini İstanbul’dan alternatif yüzlerle tanıştırdık.

Mahan Doğrusöz: Kaç yılıydı?

Gamze Fidan: 2010 yılıydı. Kapanıştan önceki son eylemimizdi. Berlin sergimizde Et Yemezliğe Çağrı metnimizle ilgili performans-filmimizi de gösterdik. O da çok ses getirdi. İnsanları endüstriyel etoburluğa son vermeleri için didaktik olmadan nasıl yakalayabiliriz diye düşündük. Kop-Art’ın her zamanki davetkarlığıyla.

Mahan Doğrusöz: Çok etkileyici bir sanat manifestonuz var. Bu manifesto hangi aşamada kaleme alındı?

Gamze Fidan: Manifesto en baştan beri vardı. 2002 yılında kaleme alındı. Benim imzam var altında. Bir de İz Öztat. Onunla beraber yazdık. İlk cümlesinden son cümlesine kadar oturduk yazdık,  bir anda çıktı. Biraz dili, stili üzerine konuştuk. Bugün okuduğumda hala çok yakın hissediyorum kendimi.

Mahan Doğrusöz: Manifestonun ilk cümlesi, ‘’Sanat aracılığıyla trendleri belirleyen sessiz dikte zorbalığını yok et.”  

Gamze Fidan:  Çok Dada bir cümle. Sanatı bir araç olarak gördüğümüz açık. Bize dikte edilen, bu budur denilen her konudaki zorbalığın, sanat aracılığıyla üzerine gidilmesi gerektiğini söylüyor.

Mahan Doğrusöz: Türkiye’de dikte zorbalığı “sessizliğin” içinde var. Bakışlarda, tavırlarda. Sadece sanatta değil, hayatın her alanında dayatmacı bir yapı var aslında. Sadece sanatçıyı değil, bireyin  yaratıcılığını da yok eden bir durum söz konusu. Burada “aktivizme” davet eden bir çağrı da söz konusu. İnsanların sessiz dikte zorbalığını fark etmesi için sanatı kullanmaya bir çağrı yapıyorsunuz. Sizin işlerinizde etkili olan, bunu yaparken sadece zihne hitap etmiyorsunuz, insanın bütünlüğüne hitap ediyorsunuz. Duygulara da, dürtülere de hitap ediyorsunuz. İkinci cümleniz “Es geç, ciddiye alma, yönlendir.”

Gamze Fidan: Karşımıza çıkacak muhalifleri çok ciddiye alıp vakit kaybetmeyelim.. Es geçmek de bir olgunluktur.

Mahan Doğrusöz: “Proaktif de ol” diyor başka bir yandan.

Gamze Fidan: “Olayın gücü sende toplansın, sen belirleyici ol” diyor.

Mahan Doğrusöz: “Yaratıcı etkileşimi her haliyle kullan, sınır tanımadan.” diğer bir cümleniz…

Gamze Fidan: Burada yaratıcılığı çok katmanlı şekilde kullanmaktan bahsediyoruz. Yaratıcılık yazınsal, görsel olabilir…Video,  performans ya da moda aracılığıyla ifade edilebilir, herhangi birşeyi, örneğin bir mesleği  ifade ediş tarzında var olabilir. Bir yemek ya da bahçeni tasarlayışında da.. Her şey yaratıcılık için bir araç olarak kullanılabilir.

Mahan Doğrusöz: Manifesto “Dünyanın her yerinde uğuldayan bir fısıltı, dikkat! ” diye devam ediyor…

Gamze Fidan: Zeitgeist..Zamanın ruhunu hissetmek..

Mahan Doğrusöz: “Bilinçaltındaki ikonlar bir başkasının kalemiyle çizilir.”

Gamze Fidan: Burada çevrenin üzerimizdeki gücü var. Biraz da bunların farkına varmak. Bizde ne olup bittiğinin, dış dünyanın bizim üzerimizdeki yansımalarının ne olduğunun farkına varmak önemli. Empoze edilenleri belirleyip, gözden geçirmeliyiz..

Mahan Doğrusöz: “Kendi gibi olmak ve bunu yansıtmak bir başkası ve bilinmeyenle etkileşimi kaçınılmaz kılar.”

Gamze Fidan: Burada samimiyet işin içine giriyor. Sen neysen o olabilmek. Gerçekten bir şeyin ortaya çıkması için herkesin samimi olması gerekiyor. Gerçek olmak, has olmak, “sahte”  olmamak. Kendi gibi olabilmek için, önce karakterin oluşması gerekiyor. Bu da “bireyselleşme” demek aslında. Ancak bu oluştuktan sonra onu ifade edebilecek özgürlük ve özgüven kazanılabilir. Ancak bunları gerçekleştirebilmiş bir birey başka bir bireyle ve bilinmeyenle etkileşime girebilir.

Mahan Doğrusöz: “Bir bütün olmuşken bile rüzgarın aramızda dans edebileceği bir boşluk hayal-etmeli.”

Gamze Fidan: Etkileşim önemli ama bu etkileşim dışında, herkesin kendisi gibi kalabileceği mesafeyi de önemli buluyorum. Aramızda rüzgarın dans edebileceği bir boşluk olması lazım ki birbirimize yapışmayalım, birey olarak kalabilelim. Rüzgarın aramızda dans edebileceği boşluk kavramını “Viking  mitolojisinden” çıkarttım. Orada buna benzer bir ifade ile karşılaşmıştım. Çok çok hoşuma gitmişti.

Mahan Doğrusöz: “Rastlantı her insanın sahip olduğu olasılığın ortaya çıkabileceği anın büyüsünü taşır.”

Gamze Fidan: Burada spontanlıktan bahsediyorum ve onun yaratacağı domino taşı etkisinden. Bütün manifesto farkındalıkla ilgili. Çok büyük potansiyeller var tesadüflerde.

Mahan Doğrusöz: Oysa, Türk kültüründe spontanlığa çok fazla yer olmadığını düşünüyorum. Türk kültürü çok fazla “metinlerle” hareket eden bir kültür.  Hayatın her aşamasına dair kalıplar var…Flört etmenin, evlenmenin olduğu gibi ölmenin de bir kalıbı var. İntihar edenin arkasından söylenenler de belli. Bir olay karşısında kimin ne diyeceğini tahmin etmek çok olası. Sanki bir yerde yazılı bir “duygular ve düşünceler kitapçığı” var ve insanlar olaylar karşısında hep aynı klişe tepkileri veriyor gibi.

Manifesto,“Tek elin alkış sesi, şans eseri  bir aynanın yanından geçiyorsanız duyulabilir.” diye devam ediyor.

Gamze Fidan:  Zen koanlarından bir tanesine yanıt bu. Koanlar, Zen budistlerin birbirine sorduğu bilmeceler. Uzun süre düşünmüştüm tek elin alkış sesi nedir diye. Bu da çok Dada değil mi?

Mahan Doğrusöz: Bana Heinz Kohut’un “aynalanma” kavramını çağrıştırdı. Ancak, aynalandığımızda kendimizi fark ediyoruz. Siz Kop-Art’ın yaratıcılarısınız ama bunu alanlar ve izleyenler de var. Onlar olmasa siz yoksunuz. Burada bir etkileşim söz konusu. Sizin yaptığınız işlerdeki alt metinler son derece kuvvetli. Dünyada yoğun görsel bir bombardıman söz konusu ama alt metinleri boş.

Gamze Fidan: O metinler insanları belli bir düşünceye davet etmek için değil, kendi amacını dikte etmek için var.

Mahan Doğrusöz: “Yaratıcılığın elçileri sanat ve hayat arasındaki engelleri tanımaz.” Çok güzel bir bitiş cümlesi.

Gamze Fidan: Bu cümle benim de çok hoşuma gidiyor. Gene çok Dada. Hepimiz kendimizi böyle görebiliriz. Sanatçı demiyor, yaratıcılığın elçileri diyor. Yaratıcılık çok genel bir şey. Orada sanatçının egosu da yok.

Mahan Doğrusöz: Rönesansla birlikte sanatçı kimliği tanımlanmaya başlıyor. 20. yüzyıl başında Dada ile o kimliğin sorgulanması söz konusu. O anlamda sizin sanatçı kimliğinizi tanımlamanızı da duymuş oluyorum: “Egosuz olmak.

Gamze Fidan: Ve etkileşimci, işbirlikçi, keyifli. İnsanı sonsuzluğun bir yerinden gelen, sonsuzluğa giden bir varlık olarak görüyorum. Herşeye tırnaklarını geçirmeye çalışmaya, deli gibi bir kariyerist çabaya gerek duymuyorum.

Mahan Doğrusöz: Kop- Art’ın mekansal olarak bitişinden sonra Kop- Art yolculuğu senin için nasıl devam ediyor?

Gamze Fidan: Öyle bir bütünleşme oldu ki; artık ve hep Kop- Art benim. Benimle Kop- Art arasında bir ayrılık yok.  Cansu için de, benim için de bu böyleydi. Hatta rengarenk ve kendi deyimiyle      -uydurukçu- terzilik anlayışıyla yıllarca street-couture giyim koleksiyonlarımızın baş mimarı annem Ayten Erfidan için de..O’na Babaanne Kop-Art nedir? diye soran torununa, Yavrum, Kop-Art benim işte! diye yapıştırmıştı yanıtı. Ben tek başıma da sergilere katılmış, bireysel işler yapmıştım. Kop- Art içinde kendi ismimi yok etmek, bir oluşumla bütünleşmek istedim. Başka sanatçıları  lanse etmek istedim. Şimdi mekan bitti ve şu anda  hiçbir yerdeyim. İçe döndüm. Bilirsin belki, bazı kuşların yuvası kendi kanatlarıdır der şair. Kıyafetler ve kolaj yapmaya devam ediyorum..Sayfaları doluyor defterlerimin, sadece eğlencesine ikinci kedi defterime başladım..Bunlar bir gün yeniden  kamusallaşır mı bilmiyorum. Ama basılmaları hoşuma gidebilir ya da bir Kop-Art kitabı projesi..Ümit dolu pek çok düşünce gelip gidiyor. Hiçbirine  prim vermiyorum. Sayısız imaj, sayılı kıyafet,  bir sürü p(art)i ve konsept ortaya koyduk. Bunlar hep ‘kendine özgü, hafif ve zamansız’ işlerdi.

Mahan Doğrusöz: Kop-Art deneyimini düşündüğünde her şeyi özetleyecek tek bir kelime, tek bir imge söylesen…

Gamze Fidan: “Herşey Çöpe Gider”. Bir insanı da, bir toplumu da çöpünden ve ona yönelik tavrından okuyabilirsin. Tüketim toplumunun sırları bence çöpte gizli.

Mahan Doğrusöz: Aklıma söylediklerinden “yeniden doğum” teması geldi. Ölüm ve yeniden doğum döngüsünü çağrıştırdı söylediklerin…

Gamze Fidan Kop-Art tescil dokümanında ana grafiğimiz olarak semender iskeleti yer alıyor. Mitolojik olarak semenderin kendi küllerinden doğan bir yapısı vardır. Gerçekte de böyle. Kuyruk falan bir tarafa, beyni zarar gördü diyelim. Beynini yeniden oluşturabiliyor semender. Bu olgu beni çok etkilemişti. Kop-Art’ın sembolü olarak seçmemin nedeni de bu. Bu döngüyü hep anımsamak..

Mahan Doğrusöz: Herşey çöpe gider!

Gamze Fidan: Ben de Tanpınar’ın bir sözüyle noktalayayım; ‘Belki de sadece aramak ve bütün kapıları çalmak kafidir.’

 

 Şubat 2012 ©  Mahan Doğrusöz