Menu
DENEMELER

Freudcu Kuramda Kadın Gelişimi İle İlgili Görünmez Kılınan Olgular

Freud’un kadın gelişimi kuramının yıkıcı okuması (subversive reading) sonucunda Freudçu kuramın görünmez kıldığı ve yadsıdığı iki temel kadınsı alanla karşılaşırız. Bunlardan biri erkeğe yönelen, heteroseksüel kadınsı arzu; diğeri ise anneliktir.

Kadınsı Arzunun Görünmez Kılınması

Freud’un kadın gelişimi üzerine kaleme almış olduğu metinlerin yıkıcı bir okumasını (subversive reading) gerçekleştirme sürecinde, Freudçu kuramın erkeğe yönelik heteroseksüel kadınsı arzuyu yadsıdığını ve görünmez kıldığını gözlemleriz. Freud, Oedipus öncesi dönemde kız çocuğunun tamamiyle bir erkek çocuğu olduğunu dile getirir. Benjamin’e göre “Freud’un kadın gelişimi kuramına göre, küçük kız çocuğu hayata küçük bir adam olarak başlar. Kız çocuğu annesini, Oedipus döneminde annesinin ve kendisinin bir fallustan yoksun olduğunu keşfedene kadar etken bir şekilde sever.”[1]

Oedipus döneminde ise anneye kendini dünyaya bu kadar yetersiz bir şekilde getirdiği için isyan ederek, kendine bir penis vermesi amacıyla babaya yönelir. Bunun olanaksızlığı karşısında, penisi ikame edecek bir bebek ister.

Freud’un kadın gelişimi modelinde hem Oedipus dönemi öncesinde, hem Oedipus döneminde, hem de Oedipus dönemi sonrasında erkeğe yönelik heteroseksüel kadınsı bir arzu kuramlaştırmamıştır. Freud, kız çocuğunun Oedipus döneminde babasına yönelmesini heteroseksüel dişil arzu ile ilişkilendirmez.  Freud’a göre, kız çocuğu babaya libidoya ait, heteroseksüel bir arzu ile değil, narsisistik bir arzu ile yönelir. Kız çocuğu, bu çerçevede libidoya ait bir arzu ile babayı ve onun temsil ettiği karşı cinsi istemez; kendisi karşı cinse ait olmak ister.

Bu çerçevede Freudçu kadın gelişim modeli, özgün bir kadın deneyimi olan kadınsı cinsel arzu ve haz alanını tamamen yadsır. Freud’un kadınsı heteroseksüel cinsel arzu ve haz alanını tamamen görünmez kılmasına karşı psikanalitik kuram içinden geliştirilen ilk eleştirilerin kökeni, Horney’a ve Klein’a dek uzanır. Horney ve Klein, kız çocuğunun hem Oedipus öncesi, hem de Oedipus döneminde kendi dişi cinsiyetinin ayırdında olarak babaya heteroseksüel bir arzu geliştirdiğini savunur. Klein’in deyişiyle; penisi arzulamak duygusu, penise sahip olmayı arzulama duygusunun öncülüdür. Horney’in ve Klein’ın kız çocuğunun gelişim modelleri, dişil arzuyu biyolojik determinist bir çizgide doğumdan gelen bir arzu olarak nitelendirse de, kız çocuğunun dişil arzusunu ve bu arzunun birincilliğini görünür kılması açısından kuramsal bir önem taşır. Stoller’ın bulguları, biyolojik olarak “nötr” olan çocukların, bir kız çocuğu gibi yetiştirildikleri sürece, erkeklere karşı heteroseksüel bir ilgi geliştirdiklerini göstermektedir. Stoller’ın bulguları Klein’ın ve Horney’ın kuramlaştırdığı biçimiyle, kız çocuğunun karşı cinse duyduğu heteroseksüel arzunun biyolojik determinist temellerini sarsar. Buna rağmen her üç kuramcı da dişiliği birincil bir oluşum olarak görerek, karşı cinse yönelen heteroseksüel bir arzu ve haz alanı tanımlar.

Arzunun Temsili Olarak Fallus

Freudçu modelde görünmez kılınan kadınsı arzu alanını feminist perspektiften kurmak önemlidir. Jessica Benjamin, Freudçu teori içindeki kadınsı arzu alanının eksikliğini kuramlaştıran en önemli son dönem analistlerdendir. Benjamin, Freudçu teori içinde klitoral, eril ve aktif cinsellikten babaya yönelmeyle başlayan vajinal, dişil ve pasif cinselliğe geçişi, kız çocuğunun arzunun nesnesi haline gelme süreci olarak yorumlar. Benjamin’e göre “kız çocuğu fallusa sahip olmak umuduyla etkenlikten edilgenliğe geçtiğinde kadınsı olur. Kendinde olmayan fallusa sahip olma çabası onu babanın nesnesi olma pozisyonuna iter.”[2]

Benjamin’e göre fallus kültürel düzeyde arzunun temsilidir. Bu çerçevede de kadın kültürel düzeyde, kadınsı arzuyu temsil edecek kadınsı bir imge ya da sembolden yoksundur. Freudçu modeli altüst eden Horneycı ya da Kleincı bakışla kız çocuğunun anneyle özdeşleşim içeren bir biçimde libidoya ait bir arzu ile babaya yöneldiğini kabul etsek dahi, Benjamin’in bakış açısından kız çocuğunun bu heteroseksüel arzu ilişkisinde bir özne değil, babanın ve fallusun nesnesi olduğunu görürüz. Asimetrik toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde, kız çocuğunun annesi öznellik ve cinsellikten arınmış bir figürdür. Annesi ile özdeşleşen kız çocuğu, kaçınılmaz olarak kendini cinsel heteroseksüel arzu alanının nesnesi olarak kurar. Benjamin’e göre, kadın arzuya sahip olmadığı oranda, arzuya sahip olan erkeğe bağımlı kalır ve bu yüzden Benjamin’e göre “kadınlardaki arzu kıskançlık olarak ortaya çıkar- belki de sadece kıskançlık olarak”[3]

Feminist bir perspektiften Freudçu modelde gözardı edilen kadınsı arzu alanını kurmak önemlidir. Mitchell, ataerkil kültür içinde fallustan başka arzuyu temsil edecek bir sembolün olamayacağını savunur. Buna karşın Benjamin, arzunun kadınsı bir temsilinin ataerkil kültür içinde bile kurulabileceğini öne sürer. Kadın bedeninin, içinde yaşadığımız fallus merkezli kültürde arzunun nesnesi olduğunu dile getiren Benjamin, kadın bedenini kültürün baskın kodlarından ayrıştırarak kadınsı arzunun sembolü olarak kurmanın imkansızlığını dile getirir. Benjamin’e göre “fallik sembolün kadınsı bir karşılığını bulmak yeterli değildir. Alternatif psişik bir modun (mode) bulunmasına ihtiyaç vardır.”[4]

Benjamin bu arayışı çerçevesinde araöznellik kavramına yönelir. Benjamin araöznel bakış açısının, intrapsişik bakış açısının tek yönlülüğünü aşarak sadece öznenin kendi içinde taşıdığı içselleştirme ve özdeşleşme süreçlerinin ötesinde, öznenin bir diğer özneyle kavuşabileceği bir alan yaratabileceğini savunur. “Araöznel boyut, sadece bireylerin içindeki değil, hem içlerindeki; hem de aralarındaki yaşantılara gönderme yapar.”[5] Bu çerçevede, araöznel bakış gerçek ve hayali olan, içsel ve dışsal olan arasında bir ayrım yaparak insanı anlama olanaklarımızı zenginleştirir. “İntrapsişik modda (mode) -özne ve nesne arasındaki yaşantı düzeyinde- diğerinin gerçek ve bağımsız öznelliği önemli değildir. Eğer kadının bağımsız arzusunu -fallus tarafından temsil edilmek zorunda olmayan bir arzuyu-  keşfetmek istiyorsak, sadece erkeğin değil kadının da özne olabileceği iki öznenin buluşabileceği araöznel modu değerlendirmeliyiz.”[6]

Benjamin, Winnicot*’tan esinlenerek kadınsı arzunun sembolik değil, mekansal terimlerle temsil edilebileceğini iddia eder. Winnicot ben ve öteki arasındaki ilişkiyi mekansal benzetmelerle ifade eden bir kuramcıdır. Winnicot özellikle anne ve çocuk arasındaki araöznel alanın çocuk için diğerinin -annenin- varlığının güvencesinde hayal etmek, keşfetmek ve üretmek için önemli bir alan olduğunu iddia eder. Bu araöznel alan iki benliğin / öznenin -annenin ve çocuğun- karşılıklı dansını olası kılar. Benjamin kökenini anne ve çocuk ilişkisinde bulan, iki öznenin buluştuğu bu araöznel alanın, kadının hazzını ifade edebileceği bir yaşam alanı kurmasının temelini oluşturabileceğini savunur: “Kadınlar paylaşılan duygu ve keşifle araöznel alandan yararlanırlar. Kadınların arzuları ayrı benliklerin buluşmasının; karşılıklı benliklerin farkına varışının dansıdır…Cinsel benlik bütün beden tarafından temsil edildiğinde, bedenlerimizin arası, dışı ve içi hazzın mekanı olduğunda, arzu emperyal fallusun sınırlarının ötesine geçecektir.”[7]

Benjamin, fallusu merkez edinen eril kültürün, kadını bedenini ve arzusunu nesneleştiren bakışının, kadınsı arzunun iki öznenin buluşmasını mümkün kılan araöznel alanı tarafından dönüştürülebileceğini savunur. Benjamin’e göre “arzunun* temsili olan fallus, öznenin ve  nesnenin bir tarafın idealize edildiği, diğer tarafın ise değersizleştirildiği bir tamamlanmışlıkta (complementarity) buluşmasını temsil eder. Arzunun başka bir boyutunun keşfi bu zıtlığı özneler arası yaşamsal bir gerilime dönüştürebilir -benliğin ve diğer benliğin karşılıklı farkındalığı.”[8]

Psikanalitik gelenek içinde Horney ve Klein ile başlayan ve Benjamin’e kadar devam eden kadının hazzını psikanaliz içinde görünür kılma çabası, feminist perspektiften büyük önem taşır. Freudçu kadın gelişim modeli, kadınsı cinsel arzuyu kuramsal olarak görünmez kılarak, önemli ve özgün kadınsı bir deneyimin yadsınmasına yol açmıştır. Benjamin bize kadınsı arzunun, heteroseksüel bir formda karşı cinse yönelmesinin de kadınsı arzunun öznelliğinin kurulması açısından yeterli olmadığını göstermiştir. Cinselliğin, fallus merkezli olduğu ve sadece erkeğin arzunun öznesi olduğu bir ataerkil yapılanma içinde, Oedipus döneminde babaya yönelen birincil, kadınsı, libidoya ait bir arzuyu kuramlaştırdığımızda bile, kadınsı arzuyu eril arzunun nesnesi kılmaktan öteye gidememekteyiz. Feminist psikanalitik perspektiften kurulması gereken hedef, fallusun iktidarının zemininin ortadan kaldırılacağı, kadınsı bir haz alanını yaratmaktır. Bu ise kadının fallusu merkez edinmeyen ve kendi özgünlüğü keşfedip, hayata geçirebileceği bir arzu biçimini kurmasıyla olasıdır. Feminist bir kadınsı arzu biçimi eril özne ve dişil nesne hiyerarşisini yeniden üretmeyi reddeder ve iki öznenin kavuşabileceği araöznel bir arzu ve haz alanını kuramlaştırır. Psikanalitik kuramın feminist yorumu, kadınsı arzuyu kuram içinde görünür kılmanın ötesinde, bu arzunun özgünlüğünün kurulabilmesini de mümkün kılar.

Anneliğin Görünmez Kılınması

Freud’un kadın gelişimi ile ilgili tezlerinin yıkıcı bir okumasını yaptığımızda Freudçu kuramın gözardı ettiği ve görünmez kıldığı ikinci özgün kadınsı yaşantının annelik olduğunu görürüz. Freud, “Anal Erotizmde Örneklendiği Biçimiyle Dürtünün Dönüşümleri”(1917)  adlı makalesinde, bilinçdışında dışkı, bebek ve penisin birbirlerine denk olarak muamele edildiklerini savunur. Freud, “Oedipus Kompleksinin Çözülmesi”(1923) adlı makalesinde, kız çocuğunun sembolik olarak penise sahip olma arzusunu bebeğe sahip olma arzusuna dönüştürdüğünü iddia eder.

“Cinslerarası Anatomik Farkın Bazı Ruhsal Sonuçları” (1924) makalesinde, kız çocuğunun babaya yönelişini, sembolik düzeyde penisi ikame edecek bebek arzusu ile ilişkilendirir. Bu çerçevede, Freud, kadın gelişimi üzerine kaleme aldığı metinlerinde çocuk doğurmaya karşı duyulan arzuyu dişil bir arzu olarak değil, hayal kırıklığına uğratılmış erkekliğe karşılık bir ikame olarak tanımlar ve bu çerçevede kadının annelik olgusunun özgün kadınsı yanını gözardı eder.

Freud’un kadının doğurganlığının ve anneliğinin kökenini kadınsı olarak kuramlaştırmamasını eleştiren ilk psikanalitik kuramcı Karen Horney’dır.

Horney şöyle der:

Bu noktada bir kadın olarak şaşkınlıkla soruyorum: peki annelik nedir? Ya kendi içinde yeni bir can yaratmanın mutluluk dolu bilinci, bu yeni canlının ortaya çıkmasına ilişkin beklentinin sözcüklere sığmayan mutluluğu, ya çocuk dünyaya gelince onu ilk kez kolları arasına alan annenin duyduğu haz ya çocuğu emzirme edimindeki haz verici derin doyum duygusu ya çocuğun onun bakımına ihtiyaç duyduğu dönem boyunca annenin yaşadığı mutluluk.[9]

Horney, annelik arzusunun hayal kırıklığına uğratılmış erkekliğe ya da diğer bir deyişle penis kıskançlığına bir ikame değil, kadınsı bir arzu olduğunu belirtir:

Freud’un annelik anlayışı ile ilgili önemli olan nokta, Freud’un annelik arzusunu içgüdüsel bir oluşum olarak değil, psikolojik olarak ontogenetik öğelerine indirgenebilecek ve enerjisini kökenindeki homoseksüel ve fallik güdüsel arzulardan alan bir olgu olarak görmesidir.[10]

Horney anneliğin ontogenetik olarak erkekliğe indirgenmesini sorgulayan ve annelik arzusunu kadınsı bir arzu olarak tanımlayan ilk kuramcı olmasına rağmen Freud’unkine benzer biyolojik determinist bir bakışla anneliği içgüdüsel olarak tanımlar.

Anneliğin Biyolojik Determinist Tanımından Nesne İlişkisel Bakışa

Horney’ın anneliği biyolojik determinist bir temelde tanımlamasını eleştiren Chodorow, nesne ilişkileri kuramı* çerçevesinde annelik duygusu ve kadın olmak arasındaki ilişkiyi sorgular.

Nancy Chodorow, nesne ilişkileri çerçevesinde yorumladığı bu ilişkiyi a priori görmez. Chodorow, anneliğin içgüdüsel olmadığını iddia ederek, kız çocuklarının gelişimleri sürecinde nesne ilişkisel (object relational) olarak anneliğe hazırlandıklarını iddia eder. Anne ve bebek yaşamın ilk safhasında psişik bir birlik duygusu yaşarlar. Bu dönemde yaşanan bu birlik duygusunun niteliğini belirleyen olgu bebeğin cinsiyetidir. Chodorow’a göre bebeğin cinsiyetinin erkek olması, annenin bebeğine ayrı ve farklı bir canlı olarak davranmasını sağlar. Bu çerçevede, anneler hayatın ilk döneminden itibaren, oğullarının ayrışmasını ve bireyselleşmesini destekler. Bu süreç, erkek çocuğunun cinsiyet kimliğini geliştirme sürecinde anneyi olumsuzlaması ile de pekişir.

Stoller’a paralel bir biçimde Chodorow’a göre de, anne ve oğulun doğumdan sonra yaşadıkları birlik duygusu, erkeğin cinsiyet kimliğine, yani erkekliğine bir tehdit oluşturur. Chodorow, erkeklerin özerklik, bağımsızlık ve farklılık (difference) üzerindeki aşırı vurgularının kökenini, doğumdan sonra anneyle yaşadıkları birlik duygusuna gerilemeye (regression) dair yaşadıkları bilinçdışı korkuya karşı bir savunma olarak yorumlar. Erkeğin, anneden ayrışarak babayla özdeşleşim süreci Batılı toplumlara özgü bir durumda gerçekleşir.* Baba, çalışmak zorunda olduğu için, anne ve çocuğun etkileşim içinde olduğu saatlerin çoğunda evde değildir. Bu yüzden, erkek çocuğunun babayla özdeşleşimi kişisel olmaktan çok, soyut bir özdeşleşmedir.

Erkeğin gelişimsel süreci ile karşılaştırıldığında anne, kız çocuğunun ayrışmasına ve bireyselleşmesine, oğlununkine benzer bir biçimde yardımcı olmaz. Ayrıca, kız çocuğu kendi cinsiyetini: dişiliğini oluşturmak için anneyi olumsuzlamak zorunda değildir. Chodorow’a göre “dişi cinsiyet kimliği ve dişilik duygusu olumlu olarak, kadın ya da anne gibi olma biçiminde tanımlanır.”[11] Bu, kız çocuğunun hem benlik duygusunu hem de toplumsal cinsiyet kimliğini annesiyle yaşadığı devamlılık duygusuyla geliştirdiği anlamına gelir. Bu çerçevede kız çocuğunun benlik algısı ilişkiseldir. Oysa, erkek çocuğunun benlik duygusu ve toplumsal cinsiyet kimliği, hem bir olumsuzlama, hem de kişisellikten arınmış bir özdeşleşim üzerine kurar. Bu yüzden erkeğin benlik algısı özerktir. “Kızlar erkeklerden çok farklı kişisel bir kimlik ve ilişkisel kapasite (relational capacity) ile büyürler.”[12]

Her iki cinsin benlik algısı ve bununla ilişkili olan ilişkisel kapasitesi ile annelik arasında önemli bir ilişki vardır. Çocuk bakımı gelişmiş bir ilişkisel kapasiteyi ve bir diğeriyle hissedilen devamlılık ve karşılıklı bağımlılık duygusunu gerektirir. Kız çocukları benlik duyguları ve toplumsal cinsiyet kimliklerinin gelişimine paralel olarak, annelik yapmaya erkek çocuklarından daha hazır olarak büyürler. Erkekler ise özerk benlik algıları ve gelişimsel olarak ilişkisellikten arınmış (impersonal) bir özdeşleşimi içeren toplumsal cinsiyet kimlikleri yüzünden anneliğe yatkın değildirler.

Chodorow, Freud’un görüşünün tersine anneliği kadınsı görür ama Horney’ın biyolojik determinist görüşünün ötesine geçerek, anneliğin içgüdüsel kadınsı bir duygu olduğu görüşüne karşı çıkar. Kadınların annelik yapması, kız çocuklarının daha gelişkin ilişkisel bir kapasite geliştirmeleri ve bu çerçevede de anneliğe daha hazır ve yatkın olmaları ile ilişkilidir. Oysa, erkeğin ve kadının aynı anda, çocuğun doğumundan itibaren annelik yaptığı bir toplum kız ve erkek çocuklarının annelik yapmak için ihtiyaç duyduğu ilişkisel kapasiteyi geliştirmelerini olası kılacaktır. Bu olası kuramsal ebeveynlik modelinde, erkek çocuğu hem bakıcısı olan babayla bir devamlılık duygusu yaşayacak, hem de onunla özdeşleşim sürecini kişisel bir temel üzerine oturtacaktır. Bu da erkek çocuklarının “annelik” yapabilmek için ihtiyaç duyduğu ilişkisel kapasiteyi geliştirmelerinin temellerini atacaktır.

Freud, anneliği hayal kırıklığına uğratılmış erkekliğe ve penis kıskançlığına bir ikame olarak kuramlaştırarak, erkek merkezli bir biçimde özgün kadınsı bir yaşantı olan anneliği kuramsal düzeyde görünmez kılmıştır.

Psikanalitik kuram içinde özgün kadınsı bir yaşantı olan anneliği erken dönem nesne ilişkileri çerçevesinde açıklayan Chodorow, psikanalitik kurama önemli feminist bir açılım getirmiştir. Annelik hayal kırıklığına uğratılmış erkekliğe bir ikame olmadığı gibi; her iki cins de annelik için gerekli olan ilişkisel kapasiteyi geliştirebilir. Bu nesne ilişkisel bakış Horney’ın biyolojik bir temelde kadınsı olarak tanımladığı annelik kuramının eleştirisidir, ama aynı zamanda Freud’un Horney eleştirisinin izleğinden harekete geçmektedir.

©  Mahan Doğrusöz

[1] J. Benjamin, Bonds of Love, N.Y: Pantheon Press, 1988, s. 87.

[2] J. Benjamin, a.g.e., s.87.

[3] A.g.e., s.89.

[4] J. Benjamin, a.g.e., s.125.

[5] A.g.e., s.126.

[6] A.g.e., s.126.

* Nesne İlişkileri kuramcılarından Winnicot, Fairbain gibi, bebeğin doğumda annesi ile sembiyotik bir ilişki içinde olduğunu savunur. Winnicot’un en temel kavramlarından biri ‘yeterince iyi annelik’ (good enough mothering) kavramıdır. Winnicot’a göre, yeterince iyi annelik, annenin bebeğin ihtiyaçlarını önceden tahmin ederek karşılayarak, bebeğin ‘devamlılığını’ sağlamasıdır. Anne, bebeğin içsel ya da dışsal sebeplerden dolayı devamlılığında bir kırılma olmasını engeller. Anne, bebeğin ego gelişimine yardımcı olan en temel kişidir. Anne, bebeğin ihtiyaçlarına adapte olarak, bebeğin dış gerçekliği ve iç gerçekliği arasında bir köprü kurar ve gerçekçi bir dış dünya resmi geliştirmesine yardımcı olur. Bebek, bu süreçte annenin yokluğunu tolere etmeyi ve o dönemde de kendini sakinleştirmeyi öğrenir. Winnicot, egodaki yarılmaların saldırgan dürtüler ile ilgili olmadığını, annenin yeterince iyi annelik yapamaması ile ilgili olduğunu savunur. Bu tarz bir anne, bebeğin ihtiyaçlarına karşılık veremez ve bebeğin ihtiyaçları, bebeğin devamlılığını engeller hale gelir. Winnicot’a göre, anne bebeğin ihtiyaçlarına karşılık veremez, bu ihtiyaçlara uyum gösteremezse, bebek annenin ihtiyaçlarına uyum göstermeyi ve onlara karşılık vermeyi öğrenir. Bu anne ve çocuk arasında varolan bağımlılık ilişkisinin alt üst olması anlamına gelir. Bkz: Madeleine Davis and David Wallbridge, Boundary and Space, An Introduction to the Work of D.W.Winnicott, New York: Brunner / Mazel Publishers, 1981.

[7] J. Benjamin, a.g.e., s.130.

* Bu makalede kapsanmayan Fransız feministleri için kadınsı arzunun ve hazzın kuramlaştırılması büyük önem taşır. Örneğin, Lucie Irigaray şöyle der: “Kadın ve hazzı cinsel ilişkinin bu anlayışında ifade edilmez. Onun kaderi, ‘eksiklik’, ‘körleşmişlik’ ve ‘penis kıskançlığı’dır. Çünkü penis değer taşıyan tek organdır……kadın arzusunu sadece erkeğin cinsel organına denk gelecek şeye sahip olma çabası olarak yaşar.” Lucie Irigaray, “The Sex Which is not One”, Claudia Zanardi (ed.), a.g.e., s.344. Irigaray, bu baskın fallik paradigmanın aşılması ve kadınsı hazzın özgünlüğünün keşfedilmesi gerektiğini dile getirir. Irigaray, Benjamin’e paralel bir çizgide baskın cinsel hazzın kadının bedenini, erkeğin arzusuna hizmet eden mazoşistik bir araca dönüştürdüğünü dile getirir. Irigaray kadınsı hazzın, erkeksi hazzın lineer ve hedef odaklı yapısından farklı olduğunu dile getirir. Irigaray kadının hazzını ve cinselliğini çok katmanlı, çoğul ve vücudun her bölgesine yayılmış bulur. “Kadının her yerinde cinsel organları vardır. Hazzı hemen hemen her yerinde duyumsar.” A.g.m., s.344.

[8] J. Benjamin, a.g.e., s.132.

[9] N. Chodorow, The Reproduction of Mothering, Berkeley: University of California Press, 1978, s.148.

[10] A.g.e., s. 148.

* Nancy Chodorow nesne ilişkileri kuramını şöyle tanımlar: “Nesne ilişkileri kuramı,…insanların temelde sosyal olduklarını ve hatta temel bir sosyal ihtiyaç olduğunu iddia eder…Fairbain’e göre, libido haz aramaktan çok nesne arayışı içindedir. İnsanlar birincil olarak dürtülerinin tansiyonunu azaltmayı arzulamak yerine diğerleriyle ilişkiye geçme süreci içinde dürtülerini manipüle ederler ve dönüştürürler…Nesne ilişkileri kuramı, ilk sosyalleşme sürecini benliğin, hem gelişimsel, hem de gündelik hayat içinde ilişkisel olarak kurulduğu biçiminde ifade eder.  Freud’un yapısal kuramı ve narsisizm kuramı ve Melanie Klein’ın içsel nesneler görüşünü geliştirerek, Nesne ilişkileri okulu, ilişkisel benliğin, özne-ilişkilerinden edinilen duygulardan ve yaşanmış ilişkilerin duygu ile yoğun, bilinçdışı temsillerinden oluştuğunu belirtir. Gelişmekte olan çocuğun kişisel çevresi ve aldığı bakımın niteliği -ki bu doğuştan, önceden varolan güdülerin evrensel, gelişimsel bir süreçte yaşanması değildir- kişinin kendi psişesini oluşturacağı bağlamı ve içeriği (material) oluşturur. Bu çerçevede, erken dönem bakıcılarla ilgili erken dönem yaşantılarının ve erken dönem ilişkilerin imgeleri, benliğin bir parçası haline gelir…Bir kişi gelişecekse, benlik, kökeninde diğerinin özellikleri olan öğeleri ve diğeriyle ilişkinin özelliklerini benliğinin bir parçası kılmalıdır…Biz sosyal dünya ile içsel bir ilişki aracılığıyla birer insan haline geliriz.” N. Chodorow, Feminism and Psychoanalytic Theory, U.S.A.:Yale University Press, 1989, s.149.

* Chodorow’un gözlemlediği bu olgu Türk toplumu için de geçerlidir. Türk toplumunda da, erkek çocuğunun babayla özdeşleşme süreci, babanın çocuk bakımına katkısının yok denecek kadar az ve geleneksel olarak babanın ailenin geçiminden sorumlu olmasından dolayı, kişisellikten uzak (impersonal) ve soyut, hatta idealize edilen bir babayla yaşanan bir özdeşimdir.

[11] N. Chodorow, Reproduction of Mothering, s. 65.

[12] J. Sayers, a.g.e., s. 70.