Menu
DENEMELER

Boğaziçi Üniversitesinde Güç Kullanımı ve Gücün Öteki Yüzü

Psk. Dan. Soley Sezgin Akten BUGUID ‘94

Psk. Mahan Doğrusöz BUPSY ‘92

Bastırılanın Geri Dönüşü

‘The past is not dead. It is not even past.’

‘Geçmiş asla ölü değildir. Hatta geçmiş bile değildir.’

                                                            William Faulkner

Boğaziçi Üniversitesi’ne başladığımız yıllar 12 eylül 1980 askeri darbesini takip eden yıllardı. Gücün en karanlık yüzlerinden birisi olan askeri darbe ve onu izleyen göz altında kayıpların, işkencelerin, gencecik insanların infazının yaşandığı ve üniversitelerin akademik özerkliğinin hiçe sayılarak kuşatıldığı yıllardan bahsediyoruz.  Birer sosyal bilim öğrencisi olmamıza rağmen eğitim hayatımız boyunca, bu topraklardaki gücün karanlık yüzünden ve  yaşanan travmalardan bahsedildiğini hiç hatırlamıyoruz.  Travmaların üzerini örtmek ve yaşananları dillendirmemek güçlü bir savunmadır.  Hiç bir şey olmamış gibi yapar; yolunuza devam edersiniz ya da devam ettiğinizi zannedersiniz. Bir gün bastırılanlar geri dönene kadar.

Bugün demokratik Cumhuriyet geleneğinin son kalesi Boğaziçi Üniversitesi’nin, gücün karanlık yüzü tarafından nasıl tahakküm altına alındığını deneyimliyoruz.  Kendinden olmayanı hiçe sayan, farklılıkları yok sayan, kendisi gibi olmayanı yok etmek isteyen, katı ve tek taraflı hiyerarşik bir güç algısıyla karşısındakini ezen, düşüncelerini ona dikte eden, itaatsizliği sert bir biçimde cezalandıran zorba bir güçle karşı karşıyayız. Cezalandırıcı bir ebeveyn arketipiyle, karşısındaki bireyleri birer çocuğa indirgeyerek ‘ötekine’ yaşama, yaratma, ifade etme ve itiraz hakkı tanımayan anti-demokratik bir güç var karşımızda. 

Güç ve Liderliğe Kısa Kuramsal Bir Bakış

Ne gruplar ne de örgütler tek başlarına gücü uygulayamaz. Gücün kullanımı, bireysel ya da örgütsel roller aracılığıyla diğer insanlarla etkileşim içinde  gerçekleşir. BÜ bileşenlerini, davranış sistemleri olarak tanımlarsak, kayyımın zorbalık gücünün bir işlevi oldu. Sistemin işleyişini sekteye uğrattı. Gücü, girdileri çıktılara dönüştüren enerji olarak tanımlayabiliriz. Oysa liderlik enerjiyi sonuçlara doğru kanalize etme becerisidir. Örgütlerin etkinliğini, görev, hedefler ve girdiler karşısındaki  sonuçlara bakarak ölçeriz. Bu perspektiften bakarsak, kampüs içindeki her türlü zorbalık ve baskı, isyan ve direnme gücüyle karşılaştı.

Güç, bireylerin belirli bir yönde etki yaratmaları için mümkün olan enerji miktarıdır; liderlik ise sonuçlara ulaşma  yolculuğunda bu enerjinin kullanılma biçimidir. Boğaziçi Direnişinde  belirgin ya da gizil gücün bireyler ya da sistemler tarafından nasıl  ifade edildiğine göz attığımızda iki farklı güçle karşı karşıya kalıyoruz.

Boğaziçi Üniversitesinde Değişen İklim

Kampüse ayak bastığımız anda Boğaziçi Üniversitesinde değişen ‘iklimin’ izlerini hissediyoruz. Demir teller, yükseltilen kapılar ve gözetleme kameralarıyla kuşatılmış bir kampüsle, kapatılan LGBT Kulübü ve Cinsel Tacizi Önleme, Eğitim ve Destek Koordinatörlüğü ve disiplin cezalarıyla susturulmaya çalışılan öğrencileriyle  ‘yeni’ yönetimin ‘güçten’ ne anladığını tekrar tekrar hatırlıyoruz.  Paranoid bu güç algısı, gücü elinde tutmaya çalışanların da uykularını kaçıracak kadar ‘zorba’. Farklı bir sese, renge ve fikre hiç bir tahammülü olmayan ve her şeyi kendi imgesinde yeniden tek tip biçimde tasarlamak isteyen bir güç anlayışı var karşımızda.

Bu Topraklardaki Köklü Zorbalık Geleneği

Bu topraklardaki köklü bir zorbalık geleneğinin devamından bahsediyoruz. Askeri darbelerle insanları tek tipleştirerek, bu ülkenin çoğulcu zenginliklerini yok etmek isteyen; ailede kendisini var etmek isteyen ‘çocuğun’ bireyselleşmesini engelleyen;  yaratıcı ve farklı olanı aykırılıkla suçlayarak, yalnızlaştıran bu zorbalık geleneği üzerine düşünmemizi ve tartışmamızı gerektirecek kadar köklü ve çok tanıdık.   Belki de tek farkı bugüne kadar olmadığı kadar ‘bize’ yakın olması.

Kayyım ve yardımcıları, iktidardan devraldıkları pozisyon gücüyle kurumsal, yasal, geleneksel ve meşru güçlerini her türlü antidemokratik uygulamayı hayata geçirmek için kullanıyorlar. Bir yılı aşkın süredir kampüs içinde gösterilen şiddet, öğrencilere ve akademisyenlere açılan davalar, gözaltılar ve, hapis cezaları gücün cezalandırıcı yüzü olarak karşımıza çıkıyor.

Boğaziçi Üniversitesi Geleneğine Yeniden Bakmak

‘If I can not dance, it is not my revolution.’

                                          Emma Goldman

Diğer yandan Boğaziçi Üniversitesi bu topraklardaki bambaşka bir geleneğin temsilcisidir. Bilgiye ve liyakate dayalı, düşünce ve ifade özgürlüğünü teşvik eden, farklılıkları zenginlik olarak gören ve saygı duyan, öğrencilerin bireyselleşmesini ve kendi özgün güçlerini kazanmalarını teşvik eden, bireye saygılı bir gelenekten ve farklı fikirlerin tartışılabildiği ve uzlaşabildiği, öğrencilerin farklılıklarına rağmen beraber yaşamayı öğrendiği, dogmatik doğruların ve inançların değil, farklı fikirlerin ve deneyimlerin şekillendirdiği dinamik bir ortamdan bahsediyoruz. Bugün Boğaziçi Üniversitesi bu gelenekten hareketle örnek bir direniş sergiliyor. Akademisyenler, öğrenciler ve mezunlar kendi geleneklerini ve değerlerini korumak için meşru itiraz etme haklarını kullanmakta ve bu zorba güç karşısında bilginin, liyakatin ve dayanışmanın gücüyle direnmektedir.

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri bir yılı aşkın bir süredir, kariyerlerini, devlet memuriyetlerini riske atma cesaretiyle ve kendilerine açılan davalara rağmen birbirlerinden aldıkları güç ile direniyor.  Bu direniş, BÜ’de gerçekleşen hukuksuz atamalara ve uygulamalara, baskıcı güce  ve zorbalığa karşı akademisyenlerin onurlu direnişidir.

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ise bu zorba güç karşısında zeka, mizah, yaratıcılık, ‘oyun’ ve  dayanışmanın gücüyle hepimizin ufkunu açan bir direniş sergiliyor. Zorbalık karşısında mizahı, kaba kuvvet karşısında sanatı, susturma politikaları karşısında sözün ve eylemin gücünü, şiddet karşısında ‘oyunu’ kullanıyor; disipline edilmeye çalışılan kampüs yaşantısının karşısında çok sesli ve çok renkli kimlikleriyle direniyorlar.

Boğaziçi direnişi, bireysel  güçlerin kişilerarası dayanışmayla bir araya geldiğinde ne kadar güçlü bir direniş zemini oluşturabileceğinin kanıtıdır.

İki Güç Geleneğinin Mücadelesi             

Bugün bu topraklardaki bu iki ‘güç geleneği’ karşı karşıyadır.  Biri zorbalıktan yana, diğeri bilgi, liyakat ve ötekine saygıdan yana olan iki ayrı gelenek…Biri ‘ötekini’ hiçe sayan ve herkesi kendi imgesinde yeniden tasarlamak isteyen; bir diğeri, gücünü ‘ötekiyle’ beraber var olma olasılıklarını keşfetmek için kullanan bir gelenek. Birisi kendisinden olmayanı yok etmek isteyen, bir diğeri kendisinden olmayanı anlamak ve ondan öğrenmek isteyen bir gelenek…

Boğaziçi Direnişi Bize Neyi Gösteriyor?

Yönetimin, pozisyonundan aldığı güçle sergilediği zorba ve  cezalandırıcı güç karşısında direnen Boğaziçi bileşenleri bilginin getirdiği bireysel güç ve kişilerarası dayanışmadan kaynaklanan ilişkisel güçle hiç de azımsanmayacak bir tablo sergiledi.

Şimdiye kadar atanan kayyımların, bireysel olarak zayıf olduklarını hep beraber gördük. Güçleri sadece iktidarın onlara tanıdığı güçle sınırlı ve o yüzden sadece örgütsel bir gücün alanına hapsolmuş durumdalar. Bir kale haline gelmiş rektörlük binasından çıkıp öğrencilerin arasına karışamıyorlar, öğrencilere şiddet gösteren ÖGB gardiyanlarının dolayımı olmadan öğrencilerle bir ‘etkileşime’ giremiyorlar.

Geleceğe Yön Verme Sorumluluğu

‘…

Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile

…’

                        Ahmet Arif

Bu gerilimli sürecin de bir kazananı olacak elbet. Kazanan, sadece Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin değil, ülkenin gelecek nesillerinin de nasıl bir kültürel iklimde var olacağını belirleyecek. Boğaziçi Üniversitesi’ni ve Türkiye’yi anakronik (tarihin dışına düşmüş) ve distopik bir geleceğe teslim etmek istemeyen herkesin bu süreçte bir sorumluluğu olduğunu hatırlatmak isteriz. En büyük güçlerimizden birisi olan ‘birlikteliğin’ gücünü hatırlayalım. Bütün farklılıklarımıza rağmen ortak değerlerimiz çevresinde kenetlenmenin gücünü…