Menu
DENEMELER

Freudcu Kuramdaki Penis Kıskançlığı Olgusu ve Psikanalitik Feminist Perspektiften Eleştirisi

Freud’un kadın gelişimi üzerine kaleme aldığı metinlerin bel kemiğini penis kıskançlığı tezi oluşturur. Penis kıskançlığı kavramı 1905 yılında yayımlanan “Cinsellik Teorisi Üzerine Üç Deneme”den 1932 yılında yayımlanan “Dişilik” makalesine kadar her metnin en temel ve açıklayıcı öğesidir. Penis kıskançlığı kavramı ‘küçük adamın’, kız çocuğu olduğunun ayırdına vararak, dişiliğe evrimini; bu çerçevede eril ve klitoral cinselliğinin sonlanışını; edilgen, kadınsı, vajinal ve iğdiş edilmiş cinselliğini kabulünü, kız çocuğunun kendini, annesini ve bütün dişi cinsini aşağı görmesinin nedenini, ilk eril sevgi nesnesi olan babaya ve dolayısıyla erkeklere yönelişini, annelik özlemini ve kadının erkeğinki kadar gelişkin olmayan üst-beninin oluşumunu açıklayan en temel kavramdır.

Bu çerçevede, penis kıskançlığı kız çocuğu ve kadın açısından gelişimsel bir önem taşır. Freud, penis kıskançlığının evrensel ve türe dair olduğunu iddia eder. Özellikle Freud’un penis kıskançlığı kavramı ile ilgili olarak kullandığı kelimelere dikkat ettiğimizde, Freud kız çocuğunun türsel ve evrensel bir biçimde ‘genital eksikliğini keşfinden’ ve ‘bu eksikliği kabul etmeyi inkarından’ bahseder. Freud, metinlerinde penis kıskançlığı kavramını sembolik bir düzeyde kullanmaz.* Freud, penis kıskançlığı çerçevesinde şekillenen tezlerini psikanalitik yöntemiyle paradoksal bir biçimde Jean Strouse’ın deyişiyle biyolojik determinist bir düzeyde yazmaktadır.[1]  Bu makalede Freud’un kadın gelişimi üzerine kaleme almış olduğu metinlerdeki evrensel ve türe dair olan penis kıskançlığı kavramının dört ayrı boyutta yıkıcı bir okuması gerçekleştirilecektir.

Her Kız Çocuğu Penisi Kıskanır mı?

Bu soru, Freud’un iddia ettiği biçimiyle her kız çocuğunun karşı cinsin cinsel organının varlığından haberdar olup olmadığını ve eğer haberdar ise bunu kıskançlığa yol açacak travmatik bir olgu olarak algılayıp, algılamadığını sorgulamaktadır. Freud’un biyolojik determinist ve evrenselci bakışı çerçevesinde her kız çocuğu kaçınılmaz olarak erkek kardeşinin ya da erkek arkadaşının cinsel organını kıskanmaktadır. Oysa, yapılan ampirik araştırmalar Freud’un bu tezini desteklememektedir. 1940 yılında, 4 ve 12 yaşlarındaki 128 erkek ve 72 kız çocuğu üzerinde Conn tarafından yapılan bir araştırma, bu yaş grupları arasındaki çocukların sadece 3/4’ünün karşı cinsin cinsel organlarını bildiklerini, bilen gruptan bu konuyu tartışmak isteyen 1/3’ünün ise konuyla ilgili hiç bir duygusal tepki geliştirmediğini göstermiştir.

1955 yılında Katcher 3 ve 9 yaşları arasındaki 149 erkek ve 117 kız çocuğu ile yaptığı bir araştırma sırasında, kız ve erkek çocuklardan baş, göğüs ve genital organ parçalarından oluşan bir bulmacayı tamamlayarak bir kız, bir erkek çocuğu, bir de kadın ve erkek oluşturmalarını istemiş ve 3 yaş civarındaki çocukların % 88’inin, 4 yaşındaki çocukların % 69’unun, 5 yaşındaki çocukların ise % 49’unun kız ve erkek çocuğunun, kadın ve erkeğin cinsel organlarını, bedenin diğer organları ile uyum içinde biraraya getirmekte başarısız olduğunu görmüştür. Katcher, araştırmaya katılan çocukların yarısının Oedipusa ait dönemde, yani 3 ve 5 yaşları arasında karşı cinsin cinsel organlarının farkından tamamen emin olmadığına karar vermiştir.

Conn ve Katcher’in araştırmaları[2] Freud’un biyolojik determinist bir temelde tanımladığı penis kıskançlığı olgusunun temelini oluşturan ‘karşı cinsin cinsel organının farkındalığının’ evrensel olmadığını göstermektedir.

Cinsler Arasındaki İmrenme Tek Yönlü mü?

Freud, cinslerarası imrenmenin sadece kız çocuklarından kaynaklanan yanını inceleyerek, cinsler arasında tek yönlü bir imrenme modeli geliştirmiştir.

Feminist perspektiften, Freud’un kadın gelişimi açısından merkezi bir önem taşıyan penis kıskançlığı olgusunun tek yönlülüğünü sorgulayan ilk psikanalistlerden biri Karen Horney*‘dır.

Horney, penis kıskançlığı tezinin ataerkil sistemle etkileşimini sorgular:

Şimdi baş gösteren sorun, bu kuramın kadın gelişimi üzerine yapılacak olan daha doyurucu ve kesin gözlemlerin elde edilmesinde bize yardımcı olup olmadığıdır…Kültürümüzün tamamı bir erkek kültürüdür. Devlet, yasalar, ahlak, din ve bilim erkeklerin eseridir…Bilimin tamamı ve değerlendirmeleri gibi, kadın psikolojisi de son günlere dek yalnızca erkeklerin bakış açısından ele alınmıştır. Erkeğin nesnel geçerliliğine neden olan avantajlı durumunun, onun kadına yönelik öznel, duygusal ilişkilerine bağlanması kaçınılmazdır ve…günümüzde kadın psikolojisi, aslında erkeklerin isteklerine ve düş kırıklıklarına karşılık gelmektedir…Öyleyse sorun, erkeklerin  araştırma konusu olarak ele aldığı bir evrenin henüz geride bırakılmadığı bir dönemde, kadınları araştırma konusu olarak seçtiği zaman analitik psikolojinin bu düşünce biçiminden ne denli etkileneceğidir. Başka bir deyişle, sorun bugün analizin bize tanımladığı kadarıyla kadın evriminin erkeksi ölçütlerle hangi oranda yargılandığı ve bu nedenle bu yargılamanın, kadının gerçek doğasını belli bir kesinlikle dile getirmekten ne kadar uzak olduğudur.[3]

Horney’ın Freudçu psikanalizin erkeksi / erkek merkezli bir bakışı yansıttığı ile ilgili görüşleri penis kıskançlığı tezinin eleştirisinde ifadesini bulur: “Kadın gelişimi konusundaki şu anki psikanalitik görüşlerimiz (doğru olsun olmasın), erkek çocukların kızlar konusunda besledikleri görüşlerden bir bıçak ağzı kadar bile farklılık göstermemektedir.”[4]

Horney, oğlan çocuğunun benmerkezci bir tavırla algıladığı kız çocuğunun gelişiminin, psikanalitik gelişim modeli ile şaşırtıcı bir biçimde örtüştüğünü savunur. Horney, bütün psikanalitik yorumların bir öznellik öğesi içerdiklerini savunarak penis kıskançlığı tezi üzerine kurulu olan psikanalitik kadın gelişimi modelinin erkeğin bakış açısını yansıttığını iddia eder.

Horney’a göre Freud, erkeğin kadınsı üreme işlevlerine ve kadınsı organlarına; örneğin göğüslerine ve rahmine karşı duyduğu imrenmeyi tamamen gözardı eder. Horney’in eleştirisi çerçevesinde Freud, sadece dişi cinsin eril cins karşısında yaşadığı imrenme biçimlerini incelemekte ama cinsler arasındaki imrenme olgusunun erkekten kaynaklanan yanını gözardı etmektedir:

Şimdi eğer düşüncelerimizi bu erkeksi düşünce yapısından kurtarmaya çalışırsak, kadın psikolojisinin hemen hemen bütün sorunları bambaşka bir görünüm alacaktır. Bu konuda dikkatimizi çeken ilk şey, her zaman ya da kural olarak, analitik kuramın temelini cinsler arasındaki örgensel farklılığın oluşturduğu ve öteki büyük farklılığın yani, üreme işlevlerinde erkek ve kadınların değişik roller oynadığının dikkate alınmaması gerçeği olacaktır…ama biyolojik bakış açısından kadın, annelik ya da annelik yetisinde tartışma götürmez ve gözardı edilemez fizyolojik bir üstünlüğe sahiptir. Bu üstünlük en açık anlatımıyla erkek bilinçdışındaki oğlan çocuğunun anneliğe duyduğu yoğun imrenmede dile gelir. Hepimiz bu imrenmeyi çok iyi tanırız, yine de bu imrenmeye etkin bir etken olarak yeterli bir ilgi gösterilmez. Benim yaptığım gibi bir analist uzun süre kadın hastaları analiz ettikten sonra erkek hastaları analiz etmeye başlayınca, erkeklerdeki kadınların göğüslerine ve emzirme edimine olduğu kadar gebeliğe, doğuma ve anneliğe karşı duyulan bu yoğun imrenmeyle karşılaşıp şaşkınlığa düşerler.[5]

Horney, ayrıca kadının ikincilleştirilmesinin kökenini rahim kıskançlığı olgusunda görür:

Kadının üreme işlevleri bazındaki net biyolojik üstünlüğü o kadar güçlüdür ki, bu farkındalık bilinçten uzakta tutulmalıdır. Bu yüzden bu erken yaşlarda bastırılır ve kabul edilebilir zıddına dönüştürülerek baskılanır. Bu dönüşüm kadını değersizleştirecek bir biçimde onun aşağılığına inanmadır; sanki bu durum kadının bilinen değerini gizemli bir biçimde altüst edecektir.[6]

Feminist yıkıcı okuma açısından, Horney’ın kız çocuklarının yaşadığı iddia edilen penis kıskançlığının cinsler arasında yaşanan imrenme biçimlerinin sadece bir yönünü oluşturduğunu göstermesi önemlidir. Horneycı bakış Freudçu modelde yeralan cinslerarası imrenmenin tek taraflılığını görünür kılar. Freud’un erkek merkezli bakışı, cinsler arasındaki bu karşılıklı imrenme biçimlerinden birini görünmez kılarak, cinsler arasındaki imrenme biçimleriyle ilgili olguları çarpıtmıştır.

Penis Kıskançlığının Kültürel Düzeydeki Temsili: Kadınlar Aslında Neyi Kıskanmaktadır?

Kültüralist ekolün temsilcilerinden Clara Thompson, Freudçu kuramın penis kıskançlığı tezini  bireysel yaşantı ve kültürel etkenlerin kesiştiği noktada sorgular. Thompson’a göre “penis kıskançlığı, yaşamın çoğu yönünü yansıtan bir kıskançlık olabilir ama biyolojik gerçeklerle -ikincil olmaktan öte- bir ilişkisi yoktur.”[7]

Thompson, Freud’un kuramlaştırdığı penis kıskançlığı tezinin biyolojik determinist boyutunu reddeder ve kız çocuklarının türsel ve evrensel olarak yazgılı oldukları bir biçimde erkeksi bir organ olan penisi değil, onun kültürel temsilini istediklerini savunur. Thompson’a göre “psikanalistler tarafından gözlemlenen kadınlar belirli bir kültürde, değişim içinde olan ataerkil ve Batılı bir kültürde yaşayan kadınlardır. Bu bütünsel resmin içinden güvenilir bir biçimde ‘biyolojik kadın’ diyebileceğimiz bir kadını soyutlamamız olanaksızdır.”[8]

Thompson, psikanalitik gözlemleri sırasında penis kıskançlığı olgusunu her kadın hastasında gözlemlemediğini dile getirir. Bu ise, aile içinde, ebeveynlerin çocuklarının cinsiyetlerine karşı gösterdikleri davranış biçimlerinin önemini gözler önüne sermektedir. Kız çocuğunun penis kıskançlığı geliştirmesini destekleyen olgulardan biri kız çocuğunun içine doğduğu yakın çevresi ve bu sosyal ve kültürel ortamın kendi cinsine karşı takındığı aşağılayıcı ya da eşitlikçi tavırdır. Thompson, örneğin ebeveynlerin kız çocuklarının cinsel organlarının temizliğine karşı geliştirebileceği tavrın belirleyici olduğunu savunur. Kız çocuğu, ebeveynlerinin tavrı karşısında cinsel organlarının erkek kardeşininkiyle karşılaştırıldığında, pis olduğuna ve kötü koktuğuna inanırsa, erkek kardeşinin cinsel organına karşı bir kıskançlık geliştirecektir. Ebeveynlerin, bu tavrı kız çocuğunun özgüvenini azaltacak ve olumsuz bir beden imgesi geliştirmesine yolaçacaktır. Bu çerçevede, kız çocuğu bir penise sahip olmak istediğinde, sembolik düzeyde ebeveynlerinden erkek kardeşine oranla eşit bir ilgi, sevgi, yakınlık ve değer istemektedir.

Thompson, global düzeyde kültürün Horney’in görüşüne paralel bir çizgide eril olduğunu savunur. Penis ise bu eril kültürün en belirgin sembollerinden biridir: “Penis, güce sahip olan kişiyi temsil eder; ve aynı zamanda fethetmek ve yoketmek için bir kılıç olarak da görülebilir.”[9] Thompson’a göre penis eril gücün en belirgin sembolüdür ve kadınlar penis kıskançlığı olgusu ile aslında eril gücün kendisini kıskanmaktadırlar. Thompson, özellikle kız çocuklarının ergenlikle beraber kadınlığa geçiş süreçlerinin travmatik yaşantıları içerdiğini dile getirir. Thompson, bir kız çocuğu vakasının ergenlikle beraber kadınlığa geçişini şöyle özetler: “…Kadınlık birçok mutsuz edici öğeyle başladı. Bu dönem vücudundan utanma, özgürlüğün kaybı, erkeklerle eşitliğin kaybı, saldırgan olma hakkının kaybı gibi özelliklerin belirleyici olduğu bir dönemdi.”[10]

Thompson, bu çerçevede içinde yaşadığımız ataerkil kültürlerde penisin özgürlüğü, bedensel bütünlüğü ve eril iktidarı temsil ettiğini savunur: “Kadın, erkeğin özgürlüğünü, daha geniş olan olanaklarını ve temel dürtüleri ile ilgili yaşadığı görece daha az çatışmayı kıskanmaktadır. Bir saldırganlık sembolü olarak penis kişinin kendi olma özgürlüğünü, kendi yolunu açabilme gücünü, ve istediğini alabilme özgürlüğünü  temsil etmektedir.”[11] Bu çerçevede, kadın bir penis isteyerek sembolik düzeyde erkeklerle eşit olmayı ve bu eşitliğin temsil ettiği değerleri istemektedir.

Freud’un biyolojik determinist temellerde kurduğu penis kıskançlığı tezi kadının penis kıskançlığının ataerkil kültürle etkileşimini gözardı ederek, penis kıskançlığının temelleriyle ilgili temel bir çarpıtmada bulunmuştur.

Penis Kıskançlığı Kültürler Arası Bir Olgu mudur?

Freud’un penis kıskançlığı tezinin yıkıcı okuması çerçevesinde sorgulanması gereken en temel noktalardan bir diğeri de penis kıskançlığı tezinin kültürlerarası geçerliliğidir. Clara Thompson, penis kıskançlığının kadının bireysel tarihi ile etkileşimini inceleyerek, penis kıskançlığının her birey için geçerli evrensel bir olgu olmadığını gözler önüne sermiştir. Peki, Penis kıskançlığı her kültürde gözlemlenen bir olgu mudur?

1935 yılında Kalküta’da yaşayan Bengalli bir analist ve Hint Psikanaliz Birliğinin kurucusu Dr. Bose, Freud’a şöyle yazar: “Hintli hastalarım, Avrupalı hastalarım kadar belirgin iğdiş edilme belirtileri sergilemiyorlar. Buna karşın kadın olma arzusu Hintli erkek hastalarda daha çabuk ve kolayca su yüzüne çıkmaktadır.”[12]

Dr. Herald Kelman, bu durumu şöyle yorumlar:

Hindu felsefesi, tarihsel ve kültürel düzenleri eski zamanın (yaklaşık M.Ö. 5000) yani Hint kültürünün anaerkil olduğu, kadınların birçok kocaya sahip olabileceği ve gündelik yaşamın bir çok alanında kendi haklarını koruyabildikleri dönemin çağdaş bir yansıması olarak, kadınlara karşı değişik davranışlar üretir.[13]

Kelman’a göre, kültürel düzeydeki farklılıkların yansıması kendini psişik olgularda da gösterir ve anaerkil kültürün izlerini taşıyan Hindu felsefesinin baskın olduğu Hindistan’da kadınlar Batılı hemcinsleri gibi belirgin iğdiş edilme belirtileri ve buna paralel olarak penis kıskançlığı geliştirmezler.

Dr. Bose’nin  Hindistan’daki psikanalitik gözlemlerine paralel olarak Margaret Mead de Pasifik adalarında yaptığı gözlemleri sırasında erkeklerde çok sık rastladığı rahim kıskançlığından sözeder. Mead, bu adalarda kadının üreme işlevlerine ilişkin hiçbir etkinliğin saklanmadığını ya da aşağılanmadığını dile getirir.

Mead’e göre:

Yeni Gine’nin incelediğim bölgelerinde, erkekler kadınların dişil kapasitelerini kıskanmaktadır. Erkekler bütün törensel yaşantıları boyunca, çocukları doğuran, insanı yaratan kendileriymiş gibi davranırlar. Erkekler kızların adet kanamasını taklit edecek şekilde penislerini kanatmayı öğrenirler. Bu kanatma, kötü kandan kurtulmak anlamına gelen veda edici bir kanatmadır (salutary bleeding).[14]

Bettelheim’e göre de anne ve çocuğun beraber uyuduğu, matrilokal yaşama mekanlarını olduğu kültürlerde, erkekliğe geçiş törenleri hem kadınsı rolün içselleştirilmesini; hem de bu rolün benlikten uzaklaştırılmasına hizmet eder: “Erkekliğe geçiş törenleri…genelde cinsel organların bir tür kesilmesini ve yaralanmasını içerir. Bu ritüel sembolik olarak bir vajinaya sahip olmanın “erkeklerin de çocuk doğurabileceğini” göstermenin bir yoludur.”[15]

Bruno Bettelheim  aynı zamanda ilkel topluluklarda erkeklerin kadınların üreme işlevlerini sahiplenmeye yönelik yaptıkları törenlere dikkat çeker. Bu törenlerden en ilginci olan couvade, yani erkek lohusalığı törenleridir. Bu törenlerde erkek, kendi çocuğu dünyaya gelirken, karısıyla beraber aynı anda yatağa yatmakta ve doğum sancıları çekiyormuş gibi davranmaktadır. Bu tören sırasında erkek, çevresindekiler tarafından rahatsız edilmeksizin, doğum yapmış bir kadın statüsü kazanır.Dr. Bose’nin, Mead’in ve Bettelheim’in gözlemleri Freud’un penis kıskançlığı tezinin evrenselliğini sarsan bulgular sunmaktadır.

Thompson’a göre Freud, kültürel etkenleri tamamen gözardı ederek biyolojik ve evrensel bir kadın soyutlamasında bulunmuştur. “Freud, analiz ettiği orta ve üst sınıf kadınların tavır, ilgi ve hırslarının genelde bütün kadınların tavır, ilgi ve hırslarını temsil ettiğini düşünmüş”[16] ve “…Batı dünyasının belirli bir bölgesinde gözlemlenen gerçekler kadın psikolojisini anlamak için yeterli bir zemin ve kadın doğası ile ilgili biyolojik faktörlerle ilgili belirli bir teorinin kanıtı olarak”[17] yorumlanmıştır.

Oysa, penis kıskançlığının feminist perspektiften gerçekleştirilen yıkıcı okuması, penis kıskançlığının ataerkil değerlerin baskın olduğu kültürlerde ortaya çıkan belirli bir olgu olduğunu günışığına çıkarmaktadır.

Penis Kıskançlığının Kadın Gelişimi Açısından Taşıdığı Önem Nedir? Penis Kıskançlığını Kapsamayan Doyumlu Bir Kadınsı Gelişim Modeli Mümkün müdür?

Penis kıskançlığı kavramı ile ilgili sorgulanması gereken en temel olgulardan bir diğeri de penis kıskançlığının kız çocuğu ve kadın için taşıdığı gelişimsel önemdir. Penis kıskançlığı, Freud’un iddia ettiği biçimiyle kaçınılmaz olarak gelişen ve kız çocuğunun cinsel gelişimini belirleyen ve bütün yetişkin kadın cinselliğini şekillendiren bir olgu mudur? Yoksa, penis kıskançlığı olgusunun hiç ortaya çıkmadığı doyumlu bir kadınsı gelişim modeli mümkün müdür?

Penis kıskançlığının, kadın gelişimi açısından taşıdığı önemi sorgulayan en önemli kuramcılardan biri Horney’dır. Horney, penis kıskançlığı olgusunun kız çocuklarında gözlemlenen iki ayrı oluşumundan bahseder ve bu oluşumları birincil ve ikincil penis kıskançlığı olarak ikiye ayırır. “Kadınlardaki İğdiş Edilme Kompleksinin Kökeni Üstüne”(1923) adlı makalesinde birincil penis kıskançlığı kavramından bahseder. Horney, bu makalesinde kız çocuğunun yaşadığı penis kıskançlığı olgusunu kız çocuğunun erkek kardeşi karşısında yaşadığı üç temel dezavantaja bağlar. Bunlardan ilki erkeklerin penisleri sayesinde işeyebildikleri pozisyonda işeyememektir. Bu eksiklik ise kız çocuğunun kadir-i mutlaklık (omnipotence) duygusunu zedelemektedir. İkinci olarak kız çocuğu cinsel merakının giderilmesine yönelik röntgencilik duygusunu, erkeğin penisi kadar görünür olmayan cinsel organı yüzünden karşılayamamaktadır. Üçüncü olarak ise, kız çocuğu erkeğin penisinin dışsal ve görünür karakterini mastürbasyon için bir izin olarak algılamakta ve bu durum karşısında erkeğin penisine karşı bir imrenme geliştirmektedir.

Horney’a göre:

Gerçekten de, gelişiminin bu evresinde bir çocuğun gözüyle, güncel bir olay olarak küçük kızların belirli haz alma olasılıkları açısından erkeklere oranla belirli bir dezavantajda bulunduklarını söylersem konunun daha da açıklık kazanacağını sanıyorum.[18]

Horney, bu birincil penis kıskançlığının etkilerinin abartılmaması gerektiğini belirtir. Yetişkin kadınlarda görülen ve penis kıskançlığının bir sonucu olarak yorumlanan erkeklik kompleksinin bu ilk gelişimsel evrenin doğrudan bir ürünü olmadığını savunur. Horney, birincil penis kıskançlığının izlerinin zaman içinde silindiğini iddia eder.

Horney, “Kadınlıktan Kaçış; Kadın ve Erkek Gözüyle Kadınlardaki Erkeklik Kompleksi”(1926) adlı makalesinde ise kız çocuğunun babaya yönelik Oedipus dönemine ait fantazileri ile şekillenen ikincil penis kıskançlığını tasvir eder. Horney, Freud’un görüşünün tersine Oedipus döneminde kız çocuğunun  vajinasının farkında olduğunu savunur:

Kuşkusuz, aşırı büyüklükteki bir kamışın acı ve kanamaya yol açarak ve bir şeyler yok etme tehdidiyle bir yerlere girişine ilişkin hepimizce bilinen fanteziler, küçük kızın Oedipus fantazilerini …babayla çocuk arasındaki ölçü uyumsuzluğu üzerine kurduğunu göstermektedir.[19]

Horney, kaygı dolu bu Oedipusa ait fantezilerin* kız çocuğunun kendi cinsiyetini inkar etmesine ve fantastik bir erkeklik rolüne sığınmasına yol açabileceğini savunur:

Erkek olma arzusu ayrıca, kadınsı arzuların bastırılması ya da bunların bilinç düzeyine ulaşmasına karşı bir direnme işlevi görmektedir. Eğer analitik ilkelere bağlı kalırsak, düzenli olarak tekrarlanan bu tipik deneyim bizi, erkek olma fantezilerinin erken bir dönemde babayla ilgili cinsel arzulara karşı savunma amacıyla yaratıldığı sonucunu çıkarmaya itmektedir. Kız kendini kendi özgün biyolojik doğasına yabancı değer ve isteklerle ölçmeye başladığı ve kendisini yetersiz olarak duyumsamaktan başka elinden bir şey gelmediği için, kendi yolundan erkeklerinkine sapma girişiminin aşağılık duygusu yarattığı doğrudur.[20]

Horney, kadınlar için patolojik sonuçları olan penis kıskançlığının köklerini Oedipus döneminde gelişen ve yetişkin kadının bütün hayatını etkileyen bu ikincil penis kıskançlığında bulur. Horney, Freud’dan farklı olarak Oedipus döneminde gelişen bu penis kıskançlığını kaçınılmaz görmez. Penis kıskançlığını ve bunun gelişimsel sonucu olan erkeklik kompleksini ‘uygun kadınca bir gelişimin’ engellenmesine bağlar. Özellikle kadınsı yaşantılarında tatmin bulan kadınların erkeklik kompleksine saplanmadıklarını dile getirir. “Ketlenmiş Kadınlık, Soğukluk Sorununa Psikanalitik bir Katkı”(1926-1927) adlı makalesinde kadınlığın güvenli bir şekilde gelişebilmesinin sağlanabilmesi için gerekli olan aile içi nesne ilişkilerinin önemini vurgular. Özellikle üç ve beş yaşları arasında doruğa ulaşan Oedipus döneminde aile içinde erkek kardeşin tercih edilmesi, kız çocuğunda güçlü erkeklik arzularının uyanmasına yol açabilir.

Horney, bu dönemde cinsellikle ilgili ilk gözlemlerin de önemli olduğunu savunur. Cinsellik ile ilgili aşırı bir gizlilik ortamı, kız çocuğunun cinselliği korkutucu bir yaşantı olarak algılamasına yolaçabilir. Babanın gerçek anlamda saldırgan ve annnenin de ezik olduğu bir aile ortamı, kız çocuğunun annesinin aybaşı kanamaları ile ilgili gözlemleri ile birleşince, kız çocuğunun babanın cinselliğini saldırgan olarak algılamasına, annesinin ise sakatlandığı, yaralandığı ve hasta olduğu fantezilerine kapılmasına yol açar. Horney, özellikle bu gözlemlerin kız çocuğunun kendi dürtüsel arzularını annesininki ile özdeşleştirdiği bir evreye denk gelmesinin kız çocuğu için sarsıcı olduğunu dile getirir. Kız çocuğunun babasına karşı duyduğu ilk kadınsı sevginin yoğunluğu babası tarafından yaşayacağı düş kırıklığının ne kadar yoğun olacağını belirler. Bu dönemde yaşanan hayal kırıklıklarının büyüklüğü, anneye karşı duyulan suçluluk duyguları, mastürbasyon ile ilgili yasaklamalarla gelişen korku ve suçluluk duyguları kız çocuğunun hayali bir erkeklik duygusuna sığınmasına yol açabilir. Bu çerçevede, Horney’a göre “aslında yapısı gereği erken bir dönemde etkisini yitirmesi gereken doğal bir imrenmeden kaynaklanan erkek olma arzuları şimdi bu dürtülerle de aşırı ölçüde yüklenmiş olur ve bu noktada yukarıda anılan yoğun etkileri ortaya koyabilir.”[21]

Horney, kadının toplumsal ikincilliğinin de bu kadınlıktan kaçış olgusunu güçlendirdiğini savunur:

Bana öyle geliyor ki, bu olayın yaygınlığının, bireysellikten öte kültürel etkenlerle de ilişkisi vardır. Çok iyi bilindiği gibi kültürümüz bir erkek kültürüdür ve bu nedenle kadının kendini ortaya koyması ve  bireyselliği büyük ölçüde engellenmektedir…herşeyden önce kadın bir anne olarak ne denli üstün tutulursa tutulsun, insanlık ve ruhsal temelde erkek her zaman daha değerli görülmüştür. Küçük kız bu genel izlenimin etkisi altında yetişir; çocukluğunda erkeklere imrenmesi için geçerli bir nedeninin olduğunu anımsarsak, bu toplumsal etkenin, kızın erkek olma arzularını bilinç düzeyinde haklı çıkarmasına ne denli katkıda bulunması gerektiğini, kendi kadınlık rolünü içte onaylayıp benimsemesini ne denli engelleyebileceğini kolaylıkla kavrayabiliriz[22]

Horney, penis kıskançlığında köklerini bulan erkeklik kompleksinin gelişmesinde kültürel ve bireysel etkenlerin etkileştiğini dile getirir.

Thompson da Horney’a paralel olarak erkeklik kompleksi olgusunu irdeler ve erkeklik kompleksini, kadınlığın kişinin kendi benlik duygusunu olumsuzlaması ve bağımsız bir birey olmasını engellemesi durumu karşısında bir kaçış olarak nitelendirir:”Kadın olmak aşağı olmak, kısıtlanmak ve diğer kişinin iktidarı altında olmak anlamına gelebilir. Kısaca, bir kadın olmak, kadının temel benlik duygusunun olumsuzlanması, bağımsız bir birey olma hakkının reddedilmesi anlamına gelebilir.”[23]

Bu çerçevede, Thompson’a göre, kadınlığın reddi kişinin kendini bağımsız bir birey olarak ortaya koymasını sağlayan bir ifade yöntemi olabilir. Thompson, kadının cinsel hayatındaki temel sorunun bir penise sahip olmamak duygusu ile uzlaşmak değil, kendi cinselliğini ve kadınlığını kabul etmek olduğunu savunur. Penis kıskançlığı kadınsı rolleri çerçevesinde doyuma ulaşamayan ve bu rolle kendilerini yetersiz hisseden kadınlarda ortaya çıkar. Bu kadınlar erken yaşlarda özgüvenlerini zedeleyen ve özerkleşmelerine olanak tanımayan baskıcı ve yıkıcı bir anne figürüne ya da ilgisiz, düşmanca davranan bir baba figürüne sahip olabilirler. Erkeklik kompleksi benliğin yok olmasına karşı bir çabadır. Bu çerçevede kadın, kadınlık rolünü olumlayıcı değil, yıkıcı bir rol olarak yaşamaktadır.

Grossman ve Steward[24]‘ın psikanalitik gözlemleri Horney’in birincil ve ikincil penis kıskançlığı ayrımlarını desteklemektedir. Grossman ve Steward’a göre penis kıskançlığı birincil olarak, gelişimin erken safhalarında ortaya çıkabilir ve narsisistik bir yaralanma duygusu yaratır. Bu dönemdeki penis kıskançlığının kökeni ebeveynlerin her iki cinse ve bununla paralel olarak onların cinsel organlarına atfettikleri değer ile ilişkilidir. Bu aşamada kendi cinsine ve cinsel organına erkek kardeşininkiyle eşit bir değer atfedilen kız çocuğu penis kıskançlığı geliştirmeyecektir. Daha sonraki bir aşamada ortaya çıkabilecek penis kıskançlığı ise fallik dönemin ve Oedipus dönemine ait ilişkilerin özellikleri ile belirlenir ve gerçek ebeveyn çocuk ilişkileri ve bu ilişkilerin çocuk tarafından algılanış biçimi, bu aşamada gelişebilecek penis kıskançlığı açısından şekillendirici bir güce sahiptir.

Örneğin; Grossman ve Steward analize aldıkları kadın vakalarından birinin yaşadığı penis kıskançlığını şöyle dile getirmektedirler:

Hastanın erkek olma arzusu kısmi olarak babasının çoğu kadının kirli olduğu ve bireysel kontrol geliştiremeyeceği hakkındaki duygularına bir tepkiydi ve aynı zamanda erkek kardeşine karşı duyduğu kıskançlığı aşma çabasıydı…Erkeğin fallik saldırganlığıyla da ilişkili olarak penis kıskançlığı saldırganla özdeşleşmeyi temsil ediyordu.[25]

Grossman ve Steward, Freud’un görüşünün tersine penis kıskançlığını nihai, indirgenemez ve daha ileri düzeyde analiz edilemez bir olgu olarak görmez. Bu araştırmacılara göre göre penis kıskançlığı altta yatan ve temelde kişinin toplumsal cinsiyeti ile ilişkili olan yoksunluk, değersizlik, terkedilme gibi çatışma biçimlerinin yüzeysel bir yorumudur. Freud, penis kıskançlığını türe dair bir olgu olarak görerek,  ebeveynlerin kız çocuklarına karşı takındıkları tavırları ve bu tavırların kız çocukları üzerindeki etkilerini gözardı etmiştir.

Horney ve Thompson, Freud’un kaçınılmaz olarak geliştiğini iddia ettiği penis kıskançlığının oluşmasına yol açan bireysel ve kültürel faktörlerin etkileşimini göstererek, penis kıskançlığının her kız çocuğunun ve her kadının yaşamını belirleyen en temel olgu olmadığını ortaya çıkarmışlardır. Ayrıca, Horney ve Thompson dişi cinsinin en temel sorununun Freud’un iddia ettiği biçimiyle bir penisi arzulamak ve bu çerçevedede erkek olma arzusu taşımak değil, kadınsı rolün kısıtlayıcılığı sonucunda bireyselleşememek; sağlıklı, özerk ve doyumlu bir birey gibi hissedememek olduğunu göstermişlerdir. Bu çerçevede nevrotik bir erkeklik rolüne sığınma paradoksal bir biçimde bir özerkleşme, bireyselleşme çabasıdır.

Ayrıca Thompson ve Horney*, kadının gelişim sürecinin tek ve nihai yolunun penis kıskançlığı ile şekillenen bir hayat olmadığını göstererek, kadınsı gelişim ile ilgili daha sağlıklı ve doyumlu modeller üretebilmenin kapılarını açmışlardır. Dişi cinse ait olarak doğmak kaçınılmaz olarak hayal kırıklığına uğramış bir erkek olarak yaşamak anlamına gelmez. Sağlıklı ve kadınsı gelişim modelleri mümkündür. Grossman ve Steward’ın da desteklediği biçimde bu yeni, doyumlu ve kadınsı yaşam seçeneklerinin oluşturulması yüzeysel penis kıskançlığı yorumunun altında yatan yoksunluk, eksiklik ve değersizlik duygularının analiz edilmesinden geçmektedir.

Jessica Benjamin

Son dönem psikanalitik feminist kuramcılardan Jessica Benjamin de penis kıskançlığının kız çocuğu için taşıdığı gelişimsel önemi inceler. Benjamin, Freud’un biyolojik determinist boyutta tanımladığı penis kıskançlığı olgusunun, kız çocuğunun içine doğduğu ilişkiler ağı ve bu ilişkiler ağıyla kurduğu araöznel* etkileşim eksenindeki gelişimsel önemini tartışır. Benjamin, Freud’un çocukların annelerini iğdiş edilmiş / sakat birer yaratık olarak algıladıkları görüşünün tersine, küçük çocukların annelerini kadir-i mutlak (omnipotent) olarak algıladıklarını savunur:

Küçük erkek çocuğu bilinç düzeyinde anneyi iğdiş edilmiş olarak temsil etse de, klinik kanıtlar bize bilinçdışında annenin çok güçlü algılandığını gösteriyor. Anne bir cinsel organdan yoksun olarak algılanmıyor. Tam tersine vajinası biliniyor ve küçük erkek çocuğunun penisinin küçüklüğünden dolayı tatmin etmekten uzak olduğu vajinanın potansiyel tekrar yutuculuğundan (reengulfment) korkuluyor…kız çocuğu da annesini güçlü görmekte ve babanın penisine karşı duyduğu arzu, annenin gücünü yenme arzusunu temsil etmektedir. Bir başkaldırı ve ayrılma sembolü olarak penis, anlamını anneye dair bir eksiklikten değil; anneye dair bir güçten almaktadır…Baba sadece, fallusla beraber, erken bebeklik döneminin güçlü annesine bağımlılıktan özgürleşmeyi temsil ettiği için güçlüdür. Fallus, bu çerçevede, içkin (inherent) olarak arzunun sembolü değildir ama çocuğun bireyselleşme yolundaki arayışında bir arzu sembolü haline gelir.[26]

Benjamin’e göre fallus ‘farkı’ temsil eder. Fallus hem annenin korkulan gücüne karşı bir savunma; hem de bireyselleşme yolundaki bir çabadır. Anneden kopuş arzusu aynı zamanda dünyaya dönük bir aşkı da temsil eder. Bu ayrışma sürecinde baskınlık kazanacak duyguyu (anneye karşı geliştirilen düşmanlık ya da özgürleşme / bireyselleşme sonucunda anneyle kurulan daha olumlu bir etkileşim sürecini) belirleyecek olan olgu çocuğun içinde büyüdüğü aile ortamıdır.

Benjamin, bir kız çocuğunun özellikle çok baskın ve kontrolcü bir anneden kaçmak için babaya yönelerek, onun gibi olmak isteyebileceğini savunur. Bu sayede kız çocuğu hem baskı ve kontrolün kendine yönelen biçiminden kaçabilecek; hem de annenin kendisinde dışladığı öğelerine (cinsellik ve özerklik gibi) sahip olabilecektir.

Bu görüşü Chasseguet-Smirgel de klinik gözlemleriyle destekler: “Klinik deneyim bize baskıcı bir anne tarafından bir kız çocuğunun travmaya uğratılması durumunda penis kıskançlığının daha güçlü ve çözümlenmesinin daha zor olduğunu göstermektedir. Çocuğun narsisistik yaralanmasından kaynaklanan çaresizlik ve penis kıskançlığı çok yakından ilişkilidir.”[27]

Benjamin’e göre babaya yönelmeyi temsil eden penis kıskançlığı sadece anneden özerkleşme çabasını değil, ama aynı zamanda dış dünyanın temsilcisi baba gibi olma çabasını da temsil eder: “…penis kıskançlığı, yani kız çocuğunun erkeksi yönelimi her iki cins çocuğun da dış  dünyayı temsil ettiğini düşündükleri baba ile özdeşleşme arzusunu yansıtır.”[28]

Benjamin’e göre babaya karşı duyulan bu sevgi biçimi çocuğun kendi aksini bulmak istediği ideal bir sevgi biçimidir. Bu özdeşleşmeci sevgi (identificatory love) biçiminde çocuk idealize ettiği baba gibi olmak ister. Benjamin bu özdeşleşme sürecinin yeniden yakınlaşma (reapprochment) döneminin, özerkleşme ihtiyacına bir çözüm  sunduğunu dile getirir.* Erken çocukluk döneminin kadir-i mutlaklık duygusunu yıkan bağımlılıkların farkına varan çocuğun narsisizmini tamir edecek en önemli olgu gücü temsil eden bir öteki ile özdeşleşmektir. Benjamin bu dönemde kullanılan en belirgin fiilin ‘istemek’ olduğunu söyler. Çocuk bu dönemde nesnesinden bağımsız olarak ister. Bu çerçevede bu dönem çocuğun arzusunun ve özerkliğinin tanınması (recognition), farkına varılmasını istediği dönemdir.”Bu noktada istenen en temel şey kişinin arzusunun farkına varılmasıdır. İstenen, kişinin özne olduğunun, arzulayan ve bunları hayata geçiren bir özne olduğunun  farkına varılmasıdır.”[29]

Benjamin, babanın fiziksel ve ruhsal tavrıyla heyecan verici, uyarıcı ve bağımsız bir öteki olarak algılandığını savunur. Benjamin’e göre annenin kapsayıcı, bakıcı, rahatlatıcı, dengeleyici davranışlarına karşın, babanın davranışları daha heyecan vericidir. “…En baştan beri, babalar dışarıda ve farklı olanı temsil ederler.”[30]

Benjamin’e göre:

Penis arzusunu, kızların da erkeklerle aynı şeyi aramalarının bir kanıtı olarak görüyorum. Kızlar da dış dünyayı ve ayrılığı temsil eden babayla özdeşleşmeyi istiyorlar. Erkekler gibi, anneden ayrılma kaygısı sırasında, çocuksu bağımlılıklarından dış dünyaya adım atmayı temsil edecek bir bağlılık figürü arıyorlar. Bu figür babadır ve farkı, farklı cinsel organı tarafından temsil ve garanti edilir.[31]

Bu çerçevede, Benjamin’e göre anneden koparak babaya yönelmeyi temsil eden penis kıskançlığı kız çocuğunun özerkleşme, ayrışma, bireyselleşme yolundaki çabasını temsil etmektedir. Oysa, babaya yönelme süreci de kız çocuğu için ciddi gelişimsel sorunlara gebedir. Kadın ve erkek ilişkilerinin eşitsiz olduğu bir dünyada kız çocuğu babası karşısında bir özne olarak varolma; hem baba gibi olma; hem de bir kadın olarak kalmanın zorluklarını yaşayacaktır. Kız çocuğunun babayla özdeşleşerek özerkleşme çabası, babanın kız çocuğuna karşı geliştirdiği tavır tarafından kaçınılmaz olarak belirlenir. Baba, oğlunun kendiyle ve bu sayede özerkliği ve arzusuyla özdeşleşmesine izin vererek oğlunun özerkleşmesine yardımcı olur. Oysa, baba kız çocuğunun kendi özerkliği ve arzusu ile özdeşleşmesine engel olur ve kız çocuğunu arzusunun nesnesi kılar. Benjamin, özdeşleşmenin başarısız olduğu bu noktada, özdeşleşmenin yerini kıskançlığın aldığını savunur; kız çocuğu özerkliği ve dış dünyayı temsil eden baba gibi olamaz ve onu idealize ederek, ona ve onun temsil ettiği değerleri kıskanır.*

Bu çerçevede, kız çocuğunun yaşadığı yaralanmışlık / iğdiş edilmişlik duygusu Benjamin’e göre kız çocuğunun özdeşleşmek istediği ama bunun mümkün olmadığı kayıp babayla (missing father) ile ilgilidir. Kız çocuğu için, kendi içinde geliştirmeyi hedeflediği öznellik, arzu ve özerklik alanı boş kalmıştır.

Benjamin’in tanımladığı kız çocuğunun penise / fallusa yüklediği anlam çerçevesinde, babayla özdeşleşerek anneden ayrışma /  özerkleşme çabası Freud’un biyolojik determinist temellerde tanımladığı penis kıskançlığı tezini kökten sorgular. Benjamin, penis kıskançlığının, içinde yaşadığımız ataerkil ailelerdeki kadının / annenin ve erkeğin /  babanın asimetrik rolleriyle ilişkisini gözler önüne serer. Anne, doğumdan itibaren bebeğin bakımını sağlayan, onu yatıştıran, duygularını düzenleyen birincil bakıcısı olduğu ve bu çerçevede de sınırların kaybını / yutmayı çağrıştırdığı sürece, baba dış dünyayı, özerkleşmeyi, kopuşu ve bireyselleşmeyi temsil edecek ‘öteki’ olacaktır. Bu çerçevede penisin ya da fallus’un içkin (inherent) bir anlamı yoktur. Penis / fallus anlamını içinde yaşadığımız ataerkil asimetrik rol dağılımının yeraldığı aile yapısından alır.

Benjamin, aynı zamanda aile içindeki araöznel etkileşimin kız çocuğunun bu süreci nasıl yaşayacağını belirleyeceğini de belirtir. Bireysel farklılıklar kaçınılmazdır. Annesi tarafından dış dünyayı keşfe teşvik edilen, ve özerkleşmesi desteklenen bir kız çocuğu, anneden kopuş için babayı idealize ederek, onun farklılığı (fallusu) aracılığıyla ayrışmaya yönelmeyecektir. Bu çerçevede kız çocuğu anneyle hem birliği (oneness), hem de ayrışmayı yaşayabilecektir.

Yukarıda dile getirilen eleştiriler çerçevesinde, Freud’un evrensel ve türe dair gördüğü penis kıskançlığı olgusunun içinde taşıdığı erkek merkezli bakışın yıkıcı okumasının sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz:

Freud;

1. Penis kıskançlığının cinsler arasındaki imrenme biçimlerinin sadece bir yönünü temsil ettiğini;

2. Penis kıskançlığının gelişmesinde ailevi faktörleri ve aile içindeki nesne ilişkilerinin önemini;

3. Penis kıskançlığının gelişmesindeki ataerkil kültürel faktörleri gözardı etmiştir.

4.  Bu çerçevede penis kıskançlığını kadınsı gelişimin türe ilişkin kaçınılmaz bir parçası olarak görerek penis kıskançlığının izlerini taşımayan doyumlu, kadınsı bir gelişim modelini reddetmiştir.

©  Mahan Doğrusöz

* Juliet Mitchell ve Elizabeth Janeaway’in Freudun metinlerinde geçen penis kıskançlığı kavramını sembolik düzeyde kurguladığını iddia etmelerine, bu makalede karşı çıkılmaktadır. Juliet Mitchell, Freud’un kadın gelişimi üzerine tezlerini sembolik düzeyde yorumlar ve Freud’un biyolojik bir gerçekten değil; psişik bir olgudan sözettiğini iddia eder. Mitchell’e göre: “…Freud’un psikanalitik kuramlarının önemini, Freud’un ataerkil toplumlar tarafından oluşturulan psikolojik olguları ortaya çıkardığının ve analiz ettiğinin farkına vardığımızda anlayabiliriz.” Juliet Mitchell, “On Freud and the Distinction Between the Sexes”, Jean Strouse (ed.) Women and Analysis, Dialogues in the Psychoanalytic Views of Femininity, Boston: G.K.Hall and Co., 1985, s.32. Mitchell’e göre, Freud ataerkil toplum içinde kız çocuğunun yaşadığı gelişimsel süreci betimlemektedir. Mitchell’e paralel bir çizgide Janeaway de Freud’u sembolik düzeyde yorumlamayı seçer. Janeaway şöyle der: “… Freud kadınlar ne ister diye sordu ve cevap vermeye zorlanınca da bir penis istediklerini söyledi. Ben burada Freud’un bunu sembolik düzeyde ifade ettiğini önermek istiyorum.” Elizabeth Janeaway, “On Female Sexuality”, Jean Strouse (ed.), a.g.e., s. 58. Bu iki yaklaşımda da, Freud’un metinlerinde Freud’un kastettiklerinin ötesini okuma çabasını görmekteyiz.

[1] J. Strouse (ed.), a.g.e., s.5.

[2] Joanne Bunker Rohrbaugh, Women: Psychology’s Puzzle, London: The Harvester Press Ltd., 1981, ss. 100-101.

* Karen Horney, Kültüralist Ekolün temsilcilerindendir. Özellikle 1930’lardan sonra yükselmeye başlayan Kültüralist Okul, Freudçu Psikanalitik Okulun insan gelişimini sosyal ve kültürel bağlamdan kopuk olarak kuramlaştırmasını eleştirdi. Kültüralist ekol, Freudçu kuramın dürtü modeli yerine kişilerarası (interpersonal) bir model ortaya attı. Bu model, insani çatışmaların kökeninde dürtüsel güçlerin değil, benlik ve diğerleri arasındaki gerçek ya da hayali ilişki biçimlerinin yattığını iddia etti. Clara Thompson, kültüralist  okulun Freudçu okulu nasıl eleştirdiğini şöyle dile getirir: “Freud’un kuramında insanın toplumla ilişkisi statik bir ilişkidir. Birey, temelde değişmez olarak kalır ve eğer toplum doğal dürtüleri üzerine daha fazla baskı uygularsa ya da daha fazla hazza izin verirse, değişir…Oysa insan statik bir varlık değildir. İnsan  tarihin akışını değiştirdiği gibi, tarih tarafından da değiştirilen dinamik bir varlıktır. Tarihsel evrimin bir ürünü olarak, hem tarihin taşıyıcısı; hem de onun yaratıcısıdır. Bunu ifade etmenin en somut yolu insanın belirleyici tek ihtiyacının fizyolojik ihtiyaçları olmadığını dile getirmektir. Aynı oranda belirleyici olan dünyayla ve kendisi ile tahammül edilemez yalnızlığı ve soyutlanmayı aşabilmek için anlamlı bir şekilde ilişki içinde olma ihtiyacıdır.” Clara Thompson, Psychoanalysis, Evolution and Development, New York: Grove Press Inc., 1950, s. 144.

[3] Karen Horney, “Kadınlıktan Kaçış; Kadın ve Erkek Gözüyle Kadınlardaki Erkeklik Kompleksi”(1926), Kadın Psikolojisi, 4. Baskı, çev. Selçuk Budak, Ankara: Öteki Yayınları, 1995, ss.56-58.

[4] A.g.m., s.58

[5] K. Horney, “Kadınlıktan Kaçış; Kadın ve Erkek Gözüyle Kadınlardaki Erkeklik Kompleksi”(1926), Kadın Psikolojisi, s.60.

[6] Juanita H.Williams (ed.), Psychology of Women, Behaviour in a Biosocial Context, New York: W.W.Norton and Company, 1987, s.72.

[7] Ruth Moulton, “The Role of Clara Thompson in the Psychoanalytic Study of Women”, Jean Strouse (ed.), a.g.e., s.285.

[8] Clara Thompson, “Cultural Pressures in the Psychology of Women” (1942), Claudia Zanardi (ed.), a.g.e.,s.210.

[9] R. Moulton, a.g.m.,s.283.

[10] C. Thompson, a.g.m., s.213.

[11] A.g.m., s.217.

[12] K Horney, a.g.e., s.24.

[13] K. Horney, a.g.e.,s.24.

[14] Margaret Mead, “On Freud’s View of Female Sexuality”, Jean Strouse (ed.), a.g.e, s. 97.

[15] N. Chodorow, Feminism and Psychoanalytic Theory, New Haven: Yale University Press, 1989, s.38.

[16] C. Thompson, a.g.m., s.210.

[17] A.g.m., s.220.

[18] K. Horney, “Kadınlardaki İğdiş Edilme Kompleksinin Kökeni Üstüne”(1923), Kadın Psikolojisi, s.43.

[19] K. Horney, “Kadınlıktan Kaçış; Kadın ve Erkek Gözüyle Kadınlardaki Erkeklik Kompleksi”(1926), Kadın Psikolojisi, s.66.

* Chasseguet-Smirgel’in 1970’lerde başlayan ve 1986’lara dek kaleme aldığı Psikanalitik gözlemleri de Horney’in kız çocuğunun babasının penisinin farkında olarak kurduğu Oedipusa ait fantezi biçimleriyle ilgili gözlemlerini desteklemektedir. Örneğin Bkz: Chasseguet-Smirgel, “Feminine Guilt and The Oedipus Complex”, In Chasseguet-Smirgel (ed.), Female Sexuality, Ann Harbor: University of  Michigan Press, 1970.

[20] K. Horney, “Kadınlıktan Kaçış; Kadın ve Erkek Gözüyle Kadınlardaki Erkeklik Kompleksi”(1926), Kadın Psikolojisi, s.68.

[21] Karen Horney, “Ketlenmiş Kadınlık, Soğukluk Sorununa Psikanalitik Bir Katkı”, Kadın Psikolojisi, s.81.

[22] A.g.m., s. 84.

[23] C. Thompson, a.g.m., s.219.

[24] William I.Grossman and Walter A.Steward, “Penis Envy: From Childhood Wish to Developmental Metaphor” (1976), Claudia Zanardi (ed.), a.g.e., ss. 290-304.

[25] A.g.m., s. 297.

* Kültüralist ekolün üyelerinden kabul edilen Horney’ın Freud’a muhalif olarak kız çocuğunun babaya karşı duyduğu Oedipusa ait arzuların yarattığı korku ve kaygıdan dolayı sarıldığı penis kıskançlığı ve bunun sonucunda geliştirdiği erkeklik kompleksi tezi feminist eleştirmeler tarafından da kıyasıya eleştirilmiştir. Horney, bu tezi sayesinde Freud’un kadın gelişimi modelini altüst ederek, dişiliği erillikten değil, erilliğe karşı yaşanan imrenmeyi dişilikten türetmiştir. Horney’in bu modeli, Juliet Mitchell gibi feministler tarafından Freud’unkine paralel bir biçimde biyolojik determinist olmakla suçlanmıştır. Janet Sayers da Horney’ı Psikanalitik özselci olmakla eleştirmiştir (Özellikle, Bkz: Janet Sayers, Sexual Contradictions, Psychology, Psychoanalysis and Feminism, New York: Tavistock Publications, 1986, ss.35-49.) Gerçekten de Horney, Thompson gibi doğuştan gelen bir kadınsılık olduğunu iddia etmektedir. Doğuştan gelen bir kadınsılık modeli, Freud’un iddia ettiği biçimiyle doğuştan gelen bir penis kıskançlığı modeli kadar problematiktir, ama Horney kadınlığı – kökenlerini psikanalitik kurama ters düşecek biçimde biyolojide de bulsa- ontolojik olarak erkekliğe indirgenemeyecek bir cinsiyet kategorisi olarak kuran ilk öncü kuramcılardandır. Benjamin’e göre: “ Mitchell’in bu konudaki görüşü bir bakıma tek taraflıdır. Fliegel’in Women’s Development in Analytic Theory’de dediği gibi, Horney’in kuramında biyolojik bakış açısından daha fazla şey vardır. Horney’in kuramı bize kız çocuğunun penis kıskançlığını babaya karşı duyduğu Oedipusa ait arzulara karşılık bir savunma olarak kullanmasıyla ilgili kapsamlı psikanalitik bir modelde sunar.” Jessica Benjamin, Bonds of Love, New York: Pantheon Books, 1988, s.268. Horney’in, kökeninden bağımsız olarak, kadınlarda dişiliğin erillikten önce geliştiğini göstermesi ve erkek olmaya karşı duyulan arzunun birincil değil, ikincil olduğunu ortaya koyması feminist psikanalitik bir teori kurmanın en temel öncülünün gerçekleştirilmesi anlamına gelir. Son dönem bütün feminist psikanalitik kuramcılar da dişiliği – kökenini bilişsel ya da nesne ilişkisel ya da araöznel faktörlerde görsünler- birincil bir olgu olarak görmektedirler.

* Benjamin, araöznellik ekolünün temsilcilerindendir. Araöznellik ekolü, intrapsişik olguları, araöznel -bireylerin öznelliklerin etkileştiği- bir alanın parçası olarak yorumlar. Mitchell’in tanımladığı biçimiyle: “Bu bakış açıcına göre, araştırılacak en temel öğe arzuları dış dünyanın gerçekliği ile çatışan ayrı bir varlık olarak birey değildir. Burada araştırılan öğe  bireyin ilişki kurduğu ve kendini ifade ettiği etkileşimsel bir alandır. Arzu, her zaman ilişki bağlamında yaşantılanır ve arzuyu tanımlayan bu bağlamdır. Yaşantı etkileşimler aracılığıyla yapılandırılmış şekilde kavranır.” S. Mitchell, Relational Concepts in Psychoanalysis, Cambridge: Harvard U.Press, 1988, ss. 3-4. Araöznellik ekolünün önemli kuramcılarından Robert D.Strolow geleneksel psikanalizin en temel varsayımı olan yalıtılmış bir zihin ya da psişe anlayışını sorgular. Strolow, yalıtılmış bir psişe fikrinin kuramsal bir mit olduğunu ve yalıtılma olgusunun dahi ancak araöznel bir ilişkiler ağı bağlamında anlaşılacağını savunur. Araöznel kuram gelişimin, kesişimsel nedensellik (intersectional causation) çerçevesinde çocuğun ulaştığı gelişimsel nokta ile bakıcı çevrenin özelliklerinin kesişimi sonucunda ortaya çıktığını savunur. Jessica Benjamin, özellikle nesne ilişkileri ekolünün içselleştirilmiş “nesneler”den oluşan intrapsişik dünya üzerinde yaptığı vurguyu tek taraflı bulur. Örneğin, nesne ilişkileri okulunun anne-çocuk ilişkisini kuramlaştırma biçiminin annenin öznelliğini dışladığını ve annenin ve çocuğun öznelliklerinin kavuştuğu alanı yadsığını savunur.

[26] J. Benjamin, a.g.e., s.94.

[27] Chasseguet Smirgel, “Feminine Guilt and The Oedipus Complex”(1964), Claudia Zanardi (ed.), a.g.e., 110.

[28] J. Benjamin, a.g.e., s.100.

* Benjamin, özdeşleşmeci sevginin, Oedipus dönemine ait sevgi ile karıştırılmaması gerektiğini söyler. ‘Yeniden yakınlaşma’ (reapprochment) döneminde her iki cins de baba ile özdeşleşerek, onun gibi özerk olmak isterler. “Yeniden yakınlaşma döneminde, kızın isteği babanın farkına varıldığı gibi kendisinin farkına varılması ve öznelliğinin, iradesinin ve arzusunun farkına varılması isteğidir. Oedipus döneminde, kızın arzusu baba ile sevgi nesnesi olarak birleşme isteğidir.” J. Benjamin, a.g.e., s.115. Benjamin’in ‘yeniden yakınlaşma’ dönemi çerçevesinde geliştirdiği kuramı, Margaret Mahler’in gelişimsel modeline dayanır. Fairbain ve Winnicot gibi diğer nesne ilişkileri kuramcılarının görüşlerine paralel olarak Mahler’e de insan yavrusunun doğumunu izleyen dönemde dünyanın kendinden ayrı bir bütün olduğunun farkında olmadığını söyler. Mahler’in normal otistik aşama olarak adlandırdığı bu safha 3-4 hafta sürer.  İnsan yavrusu 3-4 haftayı izleyen süre içinde bu normal otistik safhadan çıkar, ama yine de annesini ve kendisini sembiyotik, kadir-i mutlak bir bütün olarak algılamaya devam eder. Çocuğun emeklemeye ve konuşmaya başlamasıyla beraber çocuk ve anne arasına giren fiziksel mesafe sayesinde çocuk, ayrışma alt aşamasına (sub-phase) girer. Mahler’e göre 18. ayda çocuk yeniden yakınlaşma krizini yaşar. Bu aşamada çocuk ayrılık ve bağımsızlığının farkına vararak, annesiyle yaşadığı kadir-i mutlak sembiyosizin kırılgan karakterinin farkına varır. Bkz: Margaret S. Mahler, Fred Pine and Anni Bergman, The Psychological Birth of the Human Infant, New York: Basic Books, 1975.

[29] J. Benjamin, a.g.e., s.102.

[30] A.g.e., s. 102.

[31] A.g.e., s.108.

* Benjamin, bu kıskançlığın idealize edilen bir erkeğe (kökeninde babaya) duyulan ve onun karşısında boyun eğmeyi içeren mazoşistik ve “kadınsı” bir aşka yol açabileceğini savunur. Benjamin’e göre kadın, arzuya ve öznelliğe sahip olamadığı oranda, arzuyu ve öznelliği temsil eden erkeğe aşık olur.