Menu
DENEMELER

Türkiye’de Kadın Sorununa Duyarlı Terapinin İlkeleri Nelerdir?

 

Bu bildirinin temel hedefi Türkiye’de kadın sorununa duyarlı terapiyi tanımlamak ve en önemlisi ilkelerini belirlemek ve terapide kadın sorununa duyarlı bir bakış açısının gelişimini, görüşmeler yaptığım terapistlerin kişisel deneyimleriyle ilişkilendirmektir.

Kadının Yüzyılı Sempozyumun* varlığını öğrenmek, bende uzun zamandır var olan bir merakı ivmelendirdi: Terapi ve kadın bakış açısı arasındaki ilişki. Ya da diğer bir deyişle terapi ve feminist bakış arasındaki bağlantı. Bu süreçte belki de bütünsel bir projenin sadece bir yönünü tamamladım. Görüşmelerimi, terapide kadın sorununa duyarlı bir bakışı sahiplenen terapistlerle sınırladım. Bu bildiri en temelde Türkiye’de böylesi bir bakış açısının öncüsü olarak gördüğüm terapistlerin görüşlerinden yola çıkılarak kaleme alınmıştır.

Bugün Türkiye’de dünya istatistikleriyle örtüşen bir biçimde terapiye giden popülasyonun çok büyük bir kısmını kadınlar oluşturmaktadır. Ben özellikle içinde bulunduğumuz ataerkil yapılanmanın kadını kıstırdığı, eylemsizleştirdiği ve şiddetle yüzleştirdiği noktada terapinin işlevini ve duruşunu sorgulamayı hedefledim. Yapılan araştırmalar Türk erkeklerinin % 30’unun eşlerine şiddet gösterdiklerini göstermektedir (Kolektif, 1990). Kadına yönelik şiddetin fiziksel saldırıyı içermese de alabileceği sözel, duygusal, cinsel ve ekonomik boyutlarını bilmekteyiz. Her kadın terapiye tabi ki kadınlık durumunun yarattığı sıkıntılarla gitmez; ama kadınlık durumunun yarattığı sıkıntılarla bağlantılı olarak yaşanan somatizasyon, depresyon, anksiyete ya da şiddete bağlı olarak ortaya çıkan Travma Sonrası Stres Bozukluğu ile terapötik yardım almayı arzulayan bir kadın karşısında terapinin ve terapistin duruşunun ne olacağı önemlidir.

Hiçbir kuram ya da kişi “değer bağımsız” değildir. Modernizmin bilim anlayışı tarih ötesi ve “değer bağımsız”, tarafsız bir araştırmacı tanımlar; bununla paralel olarak modernist terapötik söylem tarafsız bir terapist tanımlar; oysa Elizabeth Grosz’un deyişiyle de ifade edilebilecek biçimde “bütün metinler güç ilişkileri içinde belirli bir duruştan hareketle konuşurlar ve o duruşu temsil ederler…Değişik duruşları olan özneler değişik kuramlar üreteceklerdir.” (Grosz,1990) Bu bakışla yeniden sorgulanabilecek olan duruşuyla terapist taraflıdır ve değer yargılarından tamamıyla arınmış steril bir tarafsızlığa sahip değildir. Michael Franz Basch’ın da deyişiyle terapist danışanı üzerinde bir etki yaratır (Basch, 1980). Yarattığı etki kendi duruşundan bağımsız bir etki değildir. Bu çerçevede, terapistin kadın sorununa duyarlı bir bakışa sahip olması ya da böylesi bir duyarlılığa sahip olmaması belirleyicidir.

Yaptığım görüşmeler çerçevesinde psikoterapistler arasında kadın sorununa duyarlı bir bakışın belirgin biçimde marjinal bir bakış açısı olduğunu gözlemledim. Bence batıdaki durumla örtüşen ya da benzeşen bir biçimde Türkiye’de terapide kadın sorununa duyarlı bakış açısı ruh sağlığı alanında çalışan psikiyatri, psikoloji ya da psikolojik danışmanlık bazlı psikoterapistlerin çok azı tarafından bilinmekte ve kullanılmaktadır.

Peki, terapide kadın sorununa duyarlı bakış açısını nasıl tanımlayabiliriz? Yaptığım görüşmeler çerçevesinde tanımlamaya çalıştığım bu bakış açısının temel ilkelerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

1. Kadın sorununa duyarlı bir terapist kuramları eleştirel okur. Kuramlar bizlerin zihinsel haritalarıdır. Terapi sürecinde danışanlarımızı bir kuramın gözlüğüyle okuruz. Kuramları eleştirel okumak kuramlarda varolabilecek olan erkek merkezli bakışın, yani kadınlarla ilgili görünmez kılınanın ve varolabilecek olan hiyerarşik düşünce dizgesinin eleştirel bir bilinçle okunması anlamına gelir. Kadın sorununa duyarlı bir terapist özellikle ortodoks psikanalitik kuramın erkek merkezli bakışının ayırdındadır. Eleştirel bir gözle okunduğunda Freud bariz bir biçimde cinsiyetçidir. Freud 1925 yılında yayımladığı “Cinsler Arası Anatomik farkın Bazı Ruhsal Sonuçları” adlı makalesinde şöyle der: “Telaffuz etmekte tereddüt etsem de, kadınlarda ahlaki anlamda normallik düzeyinin erkeklerden farklı olduğu kanısından kaçamam. Kadınların üst-benleri hiçbir zaman erkeklerden beklediğimiz kadar katı, nesnel ve duygusal kaynaklarından bağımsız değildir… Bizi konum ve değer itibariyle tamamen eşit görmeye zorlayan feministlerin inkarlarının bizi bu sonuçlardan saptırmasına göz yummamalıyız.” Freudcu kuramı kadın psikolojisini kavramak için sorgulamadan kullanmak cinsiyetçi bir kuramı yeniden üretmek ve döngüsel bir biçimde meşrulaştırmak anlamına gelir.

Kuramı eleştirel okumak Leyla Navaro’nun deyişiyle kuramlardaki anne suçlamasını sorgulamak anlamına da gelir. Erkek merkezli bir bakışla şekillenen bu kuramlar kişinin gelişimi sürecinden sadece anneyi sorumlu tutar ve her şeyi annenin yaptıkları ve yapmadıklarıyla açıklar. Oysa, Navaro babanın eksikliğinin çoğu terapistin gözünden kaçtığını vurgular. Cinsiyet rolleri ile ilgili stereotipik bakış, görüşümüzü sakatlar.

2. Bu doğrultuda, kadın sorununa duyarlı bir terapist feminist literatürle organik bir ilişki içindedir. Şahika Yüksel ve Leyla Navaro, feminist eleştirel bir bilinç geliştirme sürecinde batılı feminist kadın düşünürlerin, araştırmacıların ve psikanalistlerin kendi gelişimlerini kökten bir biçimde şekillendirdiğini belirttiler. Pratiği yeni bir gözle okumak için zihinsel haritalarımızı yeniden yapılandırmamız gerekir. Feminist kuramcıların var olan kuramlardaki “sessizliklere” dikkat çekmesi, boşlukların altını çizmesi ve varolan hiyerarşik bakışı görünür kılması, “var olanı” algımızı farklılaştırır.

3. Kadın sorununa duyarlı bir terapist hiçbir kuramın ya da kişinin “değer bağımsız” olmadığını kabul eder ve kendi erkek merkezli ve cinsiyetçi bakışını sorgular. Terapist, terapi sürecinde kendini bir enstrüman olarak kullanır. Duruşu ve sahiplendiği değerler terapi sürecinin seyrinde önemli bir rol oynar. Kendini steril ve tarafsız algılayan bir terapist sorgulamadığı stereotipik cinsiyet rolleri algısı ve ataerkil şartlanmaları çerçevesinde terapi sürecinde var olan ataerkil söylemi yeniden ve yeniden üretir. Oysa, kadın sorununa duyarlı bir terapist, feminist bir deyişle “bilinçli bir taraflılığa” sahiptir. Leyla Navaro “en geniş tanımıyla terapi bir sorgulama sürecidir” diyor ve “terapi varolan söylemi yeniden üretirse hiçbir anlam taşımaz”.

4. Kadın sorununa duyarlı bir terapi kadını ve erkeği ayrı ama eşit iki cins olarak algılar ve kadının farklılıklarını hiyerarşik bir düşünce dizgesi içinde değerlendirmez. Her iki cins de birbirlerinden farklı ama meşru özelliklere, benlik algılarına, ve iletişim kalıplarına sahiptirler.

5. Kadın sorununa duyarlı bir terapi, terapinin kendisini bir bilinç yükseltme süreci olarak görür. Ataerkil bir yapılanma içinde kadının, kadın olduğu için yaşadığı baskı ve şiddet biçimleriyle bağlantılı olarak gelişen özgüven ve özdeğer zedelenmesini hedef alarak, kadının kendisine olan güvenini ve öz değerini arttırmasını amaçlar. Geleneksel kültürün talepleriyle çelişen bir biçimde “bağımsız/otonom” bir bireyin oluşmasını destekler ve kadının asertivitesini geliştirmesini ivmelendirir. Şahika Yüksel ve Kaan Kora tarafından Çapa Tıp Fakültesi’nde yürütülmüş olan bilişsel/davranışçı bir gurup terapisi çerçevesinde yapılmış olan bir araştırma hem şiddet gören; hem de şiddet görmeyen kadınlarda terapi sürecinin özgüveni, asertiviteyi ve otonomiyi olumlu yönde nasıl etkilediğini göstermektedir (Yüksel & Kora & Benzci-Özkan & Karalı & Gök & Tunalı, 1999).

Bu doğrultuda terapinin nihai hedefini ailenin uyumu olarak değil, kişinin doyumu bağlamında tanımlamak önemlidir. Geleneksel bakış açısı, içinde bulunan bireylerin doyumundan bağımsız olarak ailenin sürekliliğini önemser. Oysa, kadın sorununa duyarlı bir terapi süreci kadını, içinde bulunduğu konumu ve durumu kabullenmeye, ona boyun eğmeye ve akılcılaştırmaya değil, sorgulamaya sevk eder. Görüşme yaptığım Feride Yıldırım Güneri kendisine terapi için başvuran danışanların bir kısmının başka terapistlerle yaşadığı eski deneyimlerinden bahsediyor: “sen kadınsın, kocanı idare edecek olan sensin, O değişmez. Kocandır barışacaksın.”

6. Bu bağlamda kadın sorununa duyarlı bir terapist danışanıyla hiyerarşik ve onu pasifize eden bir ilişki kurmaz. İlişkinin niteliği büyük önem taşır. Geleneksel ataerkil yapılanma kadını pasifize eder. Oysa, terapi süreci var olan bu kalıbı pekiştirmek yerine, değiştirmeyi hedefler. Bu çerçevede terapinin “düzeltici duygusal bir deneyim” olabilmesi için terapistin duruşunun eşitlikçi ve anti-otoriter bir duruş olması önemlidir. Bu noktada terapistin kendi duruşunu ve tarzını eleştirel okuması gereklidir.

7. Kadın sorununa duyarlı bir terapi süreci, aynı zamanda kadının hayatında var olan şiddeti kadın için görünür kılar ve kadını yaşadığı şiddetle yüzleştirir. Kaan Kora ve Şahika Yüksel kadınların yaşadığı şiddetle başa çıkma yollarından en belirgin olanlarının şiddeti inkar etmek / görmezden gelmek ya da sevgi, yakınlık, koruma ya da kıskançlık olarak tanımlayarak akılcılaştırmak olduğunu söylüyor. Bu doğrultuda, Kaan Kora halen kadınların yaşadıkları psikolojik sıkıntıları şiddet yaşantıları ile ilişkilendirerek terapiye gelmediklerini söylüyor. Kora’ya göre: “Mor Çatı şiddeti görünür kıldı, ama kadınlar kendi semptomlarını hala şiddete bağlamıyorlar.” Bu çerçevede kadın sorununa duyarlı bir terapi süreci, kadınlar için hem bir yüzleşme ve hem de bir ilişkilendirme sürecidir.

8. Yine bu çerçevede kadın sorununa duyarlı bir terapi, kadının içe dönen ve kendisini zedeleyen enerjisi, her şeyi içe alma eğilimi ve aşırı suçluluk duyguları ile gelen depresyonun aşılabilmesi için kadının ifade kanalları bulabilmesini destekler. Leyla Navaro “kadınlar yüklenerek yaşıyor…Erkeklerin yaşamak zorunda oldukları depresyonları da kadınlar yükleniyor…Ayrıca erkekler depresif dışa vurumlarını alkol olarak, evlilik dışı ilişkiler, kumar, uyuşturucu olarak ifade edebiliyorlar” diyor. Bu çerçevede kadın sorununa duyarlı bir terapi kadının işlevsel ifade kanalları bulabilmesi için kadını destekler ve bu süreçte ilişkisel tarzlarıyla her şeyi yüklenme ve içe alma eğilimlerini sorgulamasına yardımcı olur. Navaro bazen terapide yaptığı şeyin “kadının sahip olduğunu iddia ettiği sorunun aslında ona ait olmadığının” farkına varmasını sağlamak olduğunu söylüyor.

9. Kadın sorununa duyarlı bir terapist benim “sosyolojik bakış” açısı olarak tanımladığım bakışa sahiptir. Feminist bir deyişle “kişisel olanın politik” olduğunun bilincindedir. Bundan kastedilen, kadınların terapi sürecinde bireysel bir öykü olarak dillendirdikleri öykülerini kadınlık durumunun bütünsel resmi içinde değerlendirebilmektedir. Bu kadının sadece kadın olduğu için yaşadığı sıkıntıların ve toplumsal cinsiyet rollerinin benliği nasıl şekillendirdiğinin farkında olmak anlamına gelir. Kate Millet “ataerkil düzen kendi içinde politik bir kurumdur” der (Milet, 1971). Kadınlık durumuyla bağlantılı sorunlarla terapötik yardım alan bir danışanla çalışan bir terapist bu politik kurumun işleyiş mekanizmalarından haberdar olmak zorundadır. Terapi odasının dışındaki zorlukları doğru analiz edebilmek için farkındalığını arttırmak zorundadır. Bu empatinin kurulması içinde gereklidir. Bilmediğimiz bir şeyle empati kuramayız.

Kaan Kora, Çapa Tıp Fakültesi’nde Psikiyatri asistanı olduğu dönemde yaşadığı süreci şöyle dile getiriyor: “İlk kadın gurubunla çalışmaya başladığımda daha önce bana bireysel görünen bir takım şeyleri başka bir açıdan görmeye başladım.”

10. Kadın sorununa duyarlı bir terapinin en önemli ilkelerinden bir diğeri de terapötik yardım almak isteyen kadını kolaylıkla kişilik patolojileri bağlamında etiketlememektir. Leyla Navaro, terapistler arasında kadının kadınlık konumunu ve zorluklarını sorgulamadan bir etiketleme eğilimi olduğuna dikkati çekiyor. Navaro şöyle diyor: “Çok çabuk teşhislere karşıyım… Teşhis koymadığımız zaman ve gerçekten anlamaya çalıştığımızda, sorun acaba bu kadının konumundan mı kaynaklanıyor diye baktığımızda çok daha fazla şey duyuyoruz.” Şahika Yüksel’se şöyle diyor: “Terapistlerin, kadınları…mazoşist ya da değişime dirençli olarak etiketlemekten kaçınmaları için bağlamsal faktörler üzerine yoğunlaşmaları gerekiyor.” (Yüksel, 1999) Örneğin, uzun yıllar şiddet yaşantısından kopamamış ve yardım aramamış bir kadını mazoşist olarak değerlendirmek kolaycı ve yanıltıcı bir bakıştır. Bu noktada Kaan Kora şöyle soruyor: “şiddet gören kadınların neredeyse mazoşist olduğu gibi bir kuram da var aslında… Şiddetten hoşlanıyorlar. Hoşlanmıyorlarsa neden bırakmıyorlar gibi bir bakış var…Bırakamamanın nedenlerini göz ardı ettiğimizde kolayca cevaplanabilecek bir soru bu. Oysa, eğer mazoşist bir eğilim varsa neden bu durum kadın tarafından travma olarak algılanıyor. Eğer şiddet o ilişkinin devamını sağlayan ve tatmin sağlayan bir şeyse neden travmatik semptomlar yaratıyor.”

Bu çerçevede kadın sorununa duyarlı bir terapi sürecinde kolay etiketlemelerden kaçınmak ve danışanı konumunu derinlemesine anlayacak bir biçimde dinlemek gereklidir.

11. Kadın sorununa duyarlı bir terapi süreci organik psikiyatrinin salt medikal bakışına eleştirel bakar. Şahika Yüksel “Türkiye’de aynen batıda olduğu gibi psikiyatri organik psikiyatrinin salt medikal bakışının hakimiyetine giriyor ve psikiyatri hızla psikoterapiden uzaklaşıyor” diyor. İlaç endüstrisinin güdümüyle şekillenen bu bakış Yüksel’in deyişiyle “terapiyi çok pahalı bir tedavi yöntemi” olarak ilan ediyor. Kadın sorununa duyarlı bir terapist ise kadınlık konumunun yarattığı sıkıntıların sadece semptomları gidererek sağlanamayacağını bilir. Semptomları giderebiliriz. Bunu yapacak kimyasallarımız var, ama kadınlık konumunun sorgulanması ve bireysel dönüşümün yaratılması için kadınların kendilerini anlayabilecekleri ve yeniden anlamlandırabilecekleri bir terapi sürecine ihtiyaçları var. Navaro da ilaç endüstrisinin her şeyi, hatta menopoz gibi kadının doğal dönemlerini bile kolaylıkla bir hastalığa dönüştürdüğünü ve kadınları ilaç endüstrinin en baş müşterileri haline getirdiğini savunuyor ve ilaç endüstrisine ve salt medikal bakışa eleştirel baktığını dile getiriyor.

12. Kadın sorununa duyarlı bir terapist kadınlık durumunun sınıfsal etkenlerle nasıl etkileştiğinin de ayırdındadır. Örneğin; Peykan Gökalp değişik sınıf kadınların, kadınlık durumunu çok farklı yaşadıklarına dikkati çekiyor. Gökalp “Alt sınıf kadınlar dillendiremedikleri problemlerini somatize ederken, daha eğitimli “üst” sınıf kadınlar depresyon ve anksiyete yaşıyorlar” diyor. Bu noktada Şahika Yüksel bizi sınıfsal bir ayrımcılığa karşı uyarıyor. “Bazen daha fazla kaybedecek şeyi olan üst sınıfa ait kadınlar değişime karşı daha dirençliler” diyor. “Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan işçi sınıfı kadınları daha radikal bir değişim gösterebiliyorlar.”

Bu noktada kadın sorununa duyarlı bir terapist sahip olabileceği sınıfsal ayrımcı bakışının da farkında olmalıdır. Eğitimsiz, alt sosyoekonomik düzeyden gelen bir kadını terapiye kabul etmememiz, o kişinin terapiye yatkın olmamasından değil bizim bakışımızdaki ön yargılı, ayrımcı bakıştan kaynaklanıyor olabilir. Şahika Yüksel üst sınıf ve orta sınıf kadına oranla, alt sınıf kadının daha güçlü olarak bile tarif edilebileceğini söylüyor. Benzer biçimde Leyla Navaro da “fazla korunmuşluk kadını mahvediyor” diyor. “Sırça fanusta büyüyen orta ve üst sınıf eğitimli kadın beklentilerimizin tersine değişime direnç duyuyor, çünkü yüzleşmediği hayatın zorlukları karşısında daha çok korkuyor.”

13. Son olarak dile getirmek istediğim nokta, Sayın Şeyma Doğramacı’nın dikkatimi çektiği çok önemli bir nokta. Görüştüğüm kişiler arasında “kadın bakışı” ya da “feminist duruşla” kendini tanımlamayan tek kişi olan Şeyma Doğramacı bir terapist olarak ataerkil yapının erkeği de nasıl kıstırdığına dikkatimi çekti. Şeyma Doğramacı şöyle diyor: “Ruh dünyaları söz konusu olduğunda erkeklerin bu düzende daha özgür olduklarını düşünmüyorum…Bizim mesleğimizin konularından söz edecek olursak, erkeklerin kadınlara göre avantajları olduğunu da düşünmüyorum. Ataerkil toplumlarda erkek de baskı altında. Erkekler de toplumsal kuralların dışına çıkmayı çoğu zaman hayal edilemeyecek bir şey olarak algılıyor. Erkeklik rolü de erkeğin üzerine o kadar koyu bir şekilde giydirilmiş ki, bunu yapamayan erkek hiçlik ve başarısızlık duygusuyla baş etmek zorunda kalıyor.”

Bu çerçevede kadın sorununa duyarlı bir terapi sürecini, içinde bulunduğumuz ataerkil yapılanma ile hesaplaşma çerçevesinde sadece kadınlar için değil, erkekler içinde kendilerini sorgulamaları, değişimlerini ivmelendirmeleri ve kendilerini yeniden yapılandırmaları için önemli bir platform olarak görüyorum.

Sözlerimi İranlı Kadın Şair Furuğ’un dizeleriyle bitirmek istiyorum. Sadece ses kalıcıdır adlı şiir kitabında şöyle söylüyor Furuğ:

Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere

Bulutlar gibi akan giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden geçen

Bahçedeki Ağaçların hüzünlü büyümesine

Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum

Saçlarımla: yer altı kokularının devamı
Gözlerimle: karanlık tecrübesiyle

Duvarın ötesinden kopardığım dallarla
Geliyorum, geliyorum, geliyorum

Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim

Daha eşit ve şiddetten arınmış bir dünyanın ütopyasına merhaba demenin umuduyla.

Nisan 2000 ©  Mahan Doğrusöz

KAYNAKÇA:

Basch M.F., Doing Psychotherapy, N.Y.:Basic Books Inc, Publishers,, 1980

Furuğ, Sadece Ses Kalıcıdır, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1997

Grosz E, “Contemporary Theories of Power and Subjectivity”, Sneja Gunew(ed), Feminist Knowledge, London:Routledge, 1990

Kolektif, Geleceğim Elimde, İstanbul: Mor Çatı Yay, 1997

Kolektif, Evdeki Terör, İstanbul : Mor Çatı Yay., 1996

Yüksel & al., “Group Treatment for Domestic Violence in Turkish Women”, The Behavior Therapist, October 1999.

* Kadının Yüzyılı Sempozyumu Nisan 2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilmiştir.