Menu
DENEMELER

Kurum Kültürlerimizin İletişim Konusunda Batı Dünyasından Öğrenecek Nesi Olabilir?

Karnavalesk – Selma Gürbüz

Daryush Shayegan, kısa bir süre önce kaybettiğimiz İranlı bir sosyologdu. 1990’larda basılan kült kitaplarından birisi Metis Yayınlarından çıkan Yaralı Bilinç adlı eseridir. Okumamış olanlara tavsiye ederim. Yaralı Bilinç, Doğu Toplumlarının modernleşme yolculuğunda, Batılı değerleri nasıl “metabolize” edemediğini, modernleşmenin en temel kavramlarını yüzeysel hatlarıyla benimseyip, içselleştiremediğini; kendisini, iki uzlaşmaz dünya arasındaki “arafta” nasıl var etmeye çalıştığını çok güzel anlatan bir eserdir. Yaralı Bilinç’i üniversite yıllarımda okurken kavramsal olarak çok keyif aldığımı hatırlıyorum ancak bu kadar “gerçek” olduğunu anlamam için iş dünyasında uzun yıllar deneyim kazanmam gerekti.

iş dünyasında artan deneyimim, aşamadığımız iletişimsizlik sarmalı karsısındaki hayretimi daha da perçinledi. Bu kronik iletişimsizlik halinin pek öyle nesilsel farklarla açıklanacak bir hali yok. Nesilleri asan, DNA’mıza islemiş gibi duran kronik bir iletişimsizlik halimiz var. Bütün afili eğitimlerimize, batılı okullarımıza, havalı yüksek lisans derecelerimize, tumturaklı unvanlarımıza rağmen her an ortamı delip, geçiveren; göz açıp, kapayıncaya kadar kendini ifşa ediveren “a la turka” iletişim alışkanlıklarımız var. Batılı meslektaşlarımızın iş etiğine, iletişim alışkanlıklarına pek de benzemeyen alışkanlıklarbunlar.

Neden mi bahsediyorum?

  1. Sözleri eyleme geçirmek, verdiğimiz sözleri tutmak gibi bir derdimiz yok. Çoğu zaman sohbetlerimiz, toplantılarımız boş konuşma baloncuklarından oluşan birer eylemden ibaret.
  2. Sürekli kısa süreli hafızayla hareket ediyoruz. Verdiğimiz sözlerin hiç bir önemi yok. Hemen unutuyoruz. Takip etmek, iş yapma kültürümüzün bir parçası değil. Büyük bir heyecanla başladığımız projelerimiz var.
  3. Çoğu zaman iyi yapılmış bir işi taktir etmeyi, teşekkür etmeyi bilmiyoruz.
  4. Kendimizi kolektivist bir kültür “zannetmemize” rağmen ben-merkezciyiz. Olayları diğerlerinin perspektifinden göremiyoruz.
  5. Hatalarımız için özür dilemeyi bilmiyoruz.
  6. Meseleleri kişiselleştirmeden tartışamıyoruz.
  7. Günah keçileri üretmeden sorunlar için çözüm üretemiyoruz.
  8. Oluşan sorunlarda kendi payımıza düsen yönleri analiz edemiyoruz, sorunları dışsallaştırıyoruz.
  9. Yenme ve yenilme diyalektiğinin ötesine geçip uzlaşamıyoruz.
  10. Çoğu zaman söylediklerimizi kast etmiyoruz, kast ettiğimiz şeyleri söylemiyoruz.
  11. Gizli “ajandalarla” hareket ediyoruz. Şeffaf değiliz.
  12. İyi görünmek adına samimiyetsiz davranıyoruz. Yapmayacağımız şeyleri yapacakmış, düşünmediğimiz şeyleri düşünüyormuş, hissetmediğimiz şeyleri hissediyormuş gibi davranıyoruz.
  13. Bunun, karsı tarafta yaratacağı hayal kırıklığını ve iş süreçlerine vereceği zararı umursamıyoruz.
  14. Çoğu ilişkiye sadece işlevsel yaklaşıyoruz. İnsanlarla uzun vadeli ilişkiler kurmak yerine, çıkarlarımıza hizmet eden kısa vadeli ilişkiler kuruyoruz. Kumdan kaleler inşa edip, suya yazı yazıyoruz.
  15. Birbirimizi dinlemiyoruz. Kendinden menkul bir büyüklenmecilikle en iyiyi nedense hep biz biliyoruz.
  16. Birbirimize “yukarı” çekmek, örnek olmak, desteklemek yerine yıkıcı ve haset davranıyoruz. Gençlerin şevklerini kırıyoruz, yaratıcı insanları yalnızlaştırıyoruz, muhalif görüşleri susturuyoruz, aykırı görüşleri gölgeliyoruz.
  17. Tam da bu yüzden iş yaptığımız insanların potansiyellerini hayata geçirmelerini sağlayamıyoruz.
  18. Saldırgan olmayı girişken olmakla karıştırıyoruz.
  19. Sınırlarımızı bilmiyoruz, nerede durmamız gerektiğini sezemiyoruz. Fazla ileri gidiyoruz. Kalp kırıyoruz.
  20. Mütevazi değiliz. İçimize işlemiş bir hiyerarşi anlayışımız var. Ezme ve ezilme ilişkisinin bir ucundan diğer ucuna savrulduğumuz ilişkiler yaşıyoruz. Eşit ilişki kurmayı bilmiyoruz.
  21. Yapılan iyiliklerin karşılığını verme konusunda cömert değiliz. Hep kazanmak, almak istiyoruz. Vefalı değiliz. İlişkilerdeki alma, verme dengesi konusunda duyarlı değiliz.
  22. Karşımızdaki kişinin ihtiyaçları konusunda duyarlı değiliz. Karşımızdaki kişinin ihtiyaçlarını görmüyoruz. Görsek bile umursamıyoruz.
  23. İnsanlarla konuşmamız gereken meseleleri, arkalarından konuşuyoruz.
  24. Farklılıklara saygılı değiliz. Bilinçdışımıza islemiş “tek tip” insan kurgumuzdan bir türlü kurtulamıyoruz. Farklı olanı “törpülemek”, ortalama olana çekmek, sıradanlaştırmak istiyoruz.
  25. Açık, samimi ve şeffaf bir iletişim yerine imalı, pasif agresif bir iletişim tarzını benimsiyoruz.

Yazıyı, çok sevdiğim yazar Oğuz Atay’ı anarak bitirmek istiyorum. “Canım İnsanlar” der Oğuz Atay günlüklerinde, o her zamanki sitemkar ve ironik tarzıyla. “Türkiyelilik” ruhunu Atay kadar iyi anlamış çok az yazar olduğunu düşünürüm. Atay’ın romanlarına, öykülerine sinmiş “Canım insanlar” bizleriz aslında! Belki de kendimize bakmanın ve “yol almanın” zamanı gelmiştir…Ne dersiniz?

Agustos 2021 Mahan Dogrusoz