Menu
DENEMELER

Kadınlığın “Arka Bahçesi” Üzerine

 

Dora Maar by Man Ray

 

Hasetin kıskacındaki bütün kadınlara ithafen

İlk gençlik yıllarım Fransız feministlerinin izinde “kadınlık” durumunu kuramsal olarak anlamaya çalışarak geçti. S. de Beauvoir’ın “İkinci Cinsi’ni” okuduğumda 16 yaşındaydım. Ataerkil düzenin kadını nasıl şekillendirdiği ve ikincilleştirdiğini anlatan Beauvoir, kadını, erkeği ve hayatı “anlamamı” sağlayan en önemli kuramcılardan ilkiydi.

Hayata, zorlu ataerkil bir düzende beni bekleyen “tehlikelere” karşı entelektüel bir birikim kazanarak başladığımı düşünüyordum. Kadını ikincilleştiren ataerkil toplumsal düzenin “tuzaklarının” farkında olduğumdan emindim. Ataerkil düzende, toplumsal, siyasal, hukuki ve ekonomik olarak beni bekleyen “zorlukların” farkında olduğumu zannediyordum.

Diğer yandan, okuduğum feministler kadın dayanışmasından bahsediyordu. Kadını ikincilleştiren ataerkil sisteme karşı “kadınların birlikteliğinin gücünden”.

“Düşmanın” kim olduğundan emindim. Dostlarımın kimler olacağı konusunda bir umudum ve güçlü bir öngörüm vardı…Kadınlar dostum olacaktı. Kadınlar, var olan bu ataerkil düzene karşı “dayanışarak” güçlenecek ve bu düzenin temellerini sarsacaktı. Kadının empatisi dayanışmanın temeliydi…kadınlar ataerkil düzenin iktidarını, rekabetini, bireysellik anlayışını ters yüz edecek stratejiler üretecek ve birbirlerini güçlendirecekti. Değişim, kadınlar arasındaki bu dayanışmadan doğacaktı…

Oysa

Yaşam pratiğimde beni en fazla hayal kırıklığına uğratan cins kadınlar oldu. Erkekler, kendilerinden beklediğimden ne eksik ne de fazla oldular…bencil, hoyrat ve olabildiğince cahildiler…tanıdığım erkeklerin büyük bir çoğunluğu kendi egosu ve hazzı dışında herhangi bir gerçekliğin farkında olamayacak kadar ben merkezci ve narsisistik olarak kendisine kilitliydi…Kadınlar, cinselliklerini ve egolarını doyuracak birer “araç” olmanın ötesinde bir anlam taşımıyordu onlar için.

Bu coğrafyada tanıştığım, karşılaştığım, sevmeye “çalıştığım” hiçbir erkek beni tam olarak şaşırtmadı…

Oysa

Beni en çok kadınlar şaşırttı. Kadınlar arasında var olan “bitmez, tükenmez” haset ve rekabet karşısında halen şaşkınlığıma engel olamıyorum. Yaşam pratiğim içinde, kadınların diğer kadınların “baş düşmanı” olduğunu fark etmek ve bunu kabul etmek çok fazla zamanımı aldı.

Gözlemlediğim ve deneyimlediğim “haset” ve “rekabet” akademiden, iş dünyasına, özel hayattan, kadın hareketine hayatın her arenasını kuşatmış durumda…bana rol model olmasını beklediğim akademisyen kadınlardan, toplumsal fayda için çalışan vakıflardaki kadınlara, erkeksi alanlar olarak tanımlanan finans/mühendislik/tıp gibi alanlarda çalışan kadınlardan, daha “kadınsı” alanlar olarak tanımlanan psikoloji, eğitim gibi alanlarda çalışan kadınlara, yönetsel pozisyonlara “yükselmeyi” başarmış yönetici kadınlardan, hayatını “empati” geliştirmeye adamış terapist kadınlara, geleneksel bir yaşam tarzını seçerek “anne” ve “eş” rolleriyle kendilerini tanımlayan kadınlardan, “bağımsız” ve “kendine has” yollar seçmeyi tercih etmiş feminist kadınlara, genç kadınlardan -olgunlaştıklarını var saydığımız- “olgun” kadınlara, “muhafazakar” kadınlardan, modern kadınlara kadar karşılaştığım kadınların en temel özelliğinin “birbirlerinin” varlıklarına karşı duydukları derin rekabet ve haset olduğunu düşünüyorum artık.

Kadınların hayatın her arenasında birbirlerine yaşam hakkı tanımayacak kadar “sert” rekabet ve haset dolu tutumları yaşadığımız dünyayı nefes alınmaz, tekinsiz ve keyifsiz bir arenaya dönüştürmüş durumda…

Bir yandan görüntüleri, yaşları, giyimleri, gözleri, kaşları, tenleri, saçları, boyları, kiloları, üzerinden rekabet eden kadınlar, diğer yandan, diğer kadınların hayat tarzlarına, değerlerine, ahlaki duruşlarına, ilişkilerine, ürettiklerine, başarılarına, yaratıcılıklarına, sınıfsal statülerine, hatta “medeni durumlarına” karşı son derece acımasız ve yıkıcı bir tutum içindeler…birbirlerinin varlıklarını güçlendirmek, ataerkil sisteme karşı bir arada durmak, dayanışmak ve birbirlerini “sevmek”, “anlamak”, “taktir etmek” ve “desteklemek” yerine, kendilerinin diğer kadınlardan neden ve nasıl üstün olduklarını göstermenin peşindeler…

Yıllar içinde parçası olduğum ve olmak durumunda kaldığım ortamlarda birbirlerine karşı fiziksel, sınıfsal, deneyimsel, kronolojik, akademik, profesyonel üstünlük kurmaya çalışan yüzlerce kadını gözlemleme şansım oldu…Bu çerçevede, kadınların içinde bulunduğumuz sistemde “çifte bir kıskaç” içinde olduğunu düşünüyorum artık…kadınlar, aleylerine işleyen ataerkil bir sistemle mücadele etmiyorlar sadece…hemcinsleriyle hayatın her arenasına yayılan ve bence gittikçe daha “açık” ve “sert” yaşanan “fiziksel”, sınıfsal, deneyimsel, profesyonel bir rekabetin de hedefindeler…Bir zamanlar -belki de- çok daha gizli yaşanan bu haset ve rekabet, günümüz dünyasında gün geçtikçe daha açık ve o oranda daha “sert” yaşanıyor…özellikle, “özgüven” geliştirme yolculuğunda çok daha kırılgan bir dönemde olan genç kadınlar için derin bir endişe duyuyorum…

Yapılan araştırmalar (Stevenson, Wolfers 2008)* hissettiklerime benzer sonuçlar ortaya koyuyor. Elimizdeki veriler, 1970’li yıllardan bugüne kadarki süreçte kadınların “yaşam doyumlarının” düştüğünü gösteriyor. Kadınların gittikçe “özgürleştikleri” bir dünyada yaşam doyumlarının düşmesini günümüz dünyasında kadınların her arenada artan “rekabet”le başa çıkma çabasına ve bu süreçte hissettikleri “hiçlik” duygusuna bağlı olduğunu düşünüyorum…kadınlar günümüz dünyasında hem erkeklerle, hem de hemcinsleriyle “kıyasıya” rekabet etmek zorundalar…bu rekabet sosyal medyada “genç, güzel ve popüler” olma rekabetinden, hem iyi bir anne, hem iyi bir eş, hem başarılı bir iş kadını olmaya kadar uzanıyor…kadınlar daha popüler, daha genç, daha güzel, daha başarılı, daha cazibeli olma yarışında her arenada verdikleri “savaşın” psikolojik bedellerini ağır ödüyorlar…

Kendi Arka Bahçemize Bakmak

Artık, kadınların kendilerini dışlayan, ezen ve ötekileştiren ataerkil sisteme ve bu sistemin ürettiği “erkeklere” baktıkları oranda, kendilerine de bakmaları gerektiğini düşündüğüm bir noktadayım. Çünkü, düşman zannettiğimizden daha çok kendimiziz…ve eğer “arka bahçemize” bakmayı ve temizlemeyi başaramazsak en çok biz kadınlar zarar göreceğiz…

Kadınlar olarak diğer kadınların bedenleri, ilişkileri, yetkinlikleri, başarıları, yaratıcılıkları, üretkenlikleri ya da zaafları, hataları, eksiklikleri yerine kendimize yoğunlaşmamızın zamanı geldi…kendimizi diğer kadınlarla “karşılaştırmadan” kendi özgünlüğümüzü ve biricikliğimizi taktir etmeyi öğrenmek durumundayıziçe baktığımızda hissettiğiniz ve gözlemlediğimiz duygusal boşluklarımızı anlamak ve olgunlaşmak için çaba harcamak zorundayızmükemmel olmadığımızı ve olmak zorunda olmadığımız fark etmek zorundayız!

Ve aynı zamanda, diğer kadınlara haset duymak yerine, “esinlenmeyi” ve “taktir” etmeyi, engellemek yerine “güçlendirmeyi”, utandırmak/suçlamak/yargılamak/ayıplamak yerine “anlamayı”, öfke duymak yerine “merhamet” duymayı, aşağı çekmek yerine “destek” olmayı, nefret duymak yerine “sevmeyi” denemeliyiz…

Eğer, biz kadınlar olarak kendimizi ve birbirimizi sevmeyi, empati kurmayı, anlamayı ve “merhamet” duymayı başaramazsak gittikçe “tekinsiz” ve “acımasız” hale gelen bu çifte kıskacın içinde mutsuz olmaya mahkum olduğumuzu unutmayalım!

Kaynakça:

*https://law.yale.edu/system/files/documents/pdf/Intellectual_Life/Stevenson_ParadoxDecliningFemaleHappiness_Dec08.pdf

https://www.theguardian.com/commentisfree/2009/jul/26/women-wellbeing-unhappiness

2018 ©  Mahan Doğrusöz