Menu
SÖYLEŞİLER

İran’da Kadınlara Yönelik Ayrımcılığa Karşı Equal Rights Now Örgütü’nden Sohalia Sharifi ile Röportaj

Mahan Doğrusöz: Röportajıma, İslam devriminden sonra İran’da kadınların değişen koşullarıyla başlamak istiyorum. 1979 İslam devrimi kadınların statüsünü nasıl değiştirdi?

Sohalia Sharifi: Sorunuza yanıt vermeden önce, “İslam devrimi” dediğiniz şeye dair bir düzeltme yapmak isterim. Bu, bence, İran’daki 1979 devrimine dair en yaygın yanlış anlamalardan birisi. Devrimi başlatan İran halkı hiçbir suretle bir İslam devrimi yapmayacaktı. O devrimin bütün talepleri, sloganları ve şiarları, insanların daha iyi ve özgür bir yaşam için sokağa döküldüklerini göstermektedir. “Yiyecek, Barınma ve Özgürlük” istiyorlardı. Daha iyi bir yaşam isteyenleri vahşice ezen ve devrimi kanla lekeleyen, siyasi İslam adında gerici ve çağdışı bir hareketin bizim devrimimizi gasp etmiş olması onu bir İslam devrimi yapmaz.

Sorunuza geri dönersek, İslamcılar devrimi kendine mal edip iktidara sızdıkça ilk hedefi kadınlar oldu. Humeyni’nin getirdiği ilk yasalardan biri kadınların örtünmesinin zorunlu kılınmasıydı; nihayetinde başka yasalar bunu izledi ve kadınlar her şeyi, sahip oldukları bütün hakları yitirdiler. Resmi olarak ikinci sınıf vatandaş oldular ve tamamen erkek vasilerine bağımlı kılındılar. Birilerinin kızı, birilerinin karısı, birilerinin annesi olarak hayattaki temel görevi bu erkek vasilere ve onların ailelerine hizmet etmek haline geldi. İran’daki kadınların boşanma veya çocuklarının velayetini alma hakkı yok, erkek vasilerinin izni olmadan yurtdışına çıkamazlar, 9 yaşında reşit sayılıyor ve kocalarının elinde bir ömür çekecekleri cinsel istismara yasal olarak mahkum ediliyorlar, birilerinin ikinci, üçüncü, hatta dördüncü karısı olabiliyorlar, erkek kardeşleriyle aynı miktarda miras alamıyorlar, mahkemede iki kadının şahitliği bir erkeğinkine eşit sayılıyor, vesaire…

Mahan Doğrusöz: Çok merak ettiğim bir başka nokta da, 1979 İslam devriminden sonra kadınların koşullarındaki değişimin öngörülebilir olup olmadığı konusu. Bizim Türkiye’deki izlenimimiz, 1979’da İslam devrimini desteklemiş olan kadınların bile bunun kadınlar için statü, özgürlük ve haklarını kaybetme anlamına geleceğini tahmin etmemiş olduğu yönünde. Türkiye’deki algımız doğru mu?

Sohalia Sharifi: Sonunda bir İslam hükümetine kalacağımızı hiç düşünmemiştik. Çoğumuz için devrim, ataerkil toplumun yıllardır bizi bağladığı zincirlerden kurtulmanın yoluydu. Sokaklarda avazı çıktığı kadar bağıran bir sürü genç kız ve kadın hayatlarında ilk kez özgür hissediyor, büyük bir iktidara karşı çıkabileceklerine ve daha iyi bir yaşam talep edebileceklerine inanıyorlardı. Ciddiye alınmak istiyorlardı; erkek devrimci yoldaşları gibi hayatlarını feda ediyor, eşit olarak görülmek istiyorlardı. Muhteşem günlerdi o günler. Gösterilere koşan, mutluluk ve özgürlükle ışıl ışıl parlayan o genç kadınların hiçbiri, devrimlerinin gerici bir iktidar tarafından gasp edileceğini ve bütün haklarından yoksun halde “seyyar hapishanelere” düşeceklerini tahmin etmezdi. İslami grupları destekleyen kadınlar bile işlerin bu noktaya varacağını hiç düşünmemişti.

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, İranlı kadınlar yeni zorbalara kolayca teslim olmadı. Kurban olmayı reddederek bu hükümete başından beri ciddi bir savaş açtılar, ki bu savaş halen sürmektedir. Kadınlar seks kölesi ve üreme makinesine indirgenmemek için yaşamlarının her köşesinde mücadele ettiler. Hükümetin kadınların evde oturup anne ve eş rolünü oynamalarını öğütleyen vaazlarına rağmen kadınlar dışarı çıkıp beceriler kuşanarak iş bulmaya ve toplumda bağımsız bir yaşam sağlamaya çalıştılar. Hükümetin üniversitelerde kadınların girebileceği bölümleri sınırlama politikasına rağmen kadınlar yüksek eğitim öğrencilerinin yüzde 60’ını oluşturuyor. İslami hükümet İran’da kadınlara Taliban gibi bir statü biçmişti ama İran toplumuna baktığımızda kadınların onlara nasıl kafa tuttuğunu, hatta bu planı bozguna uğrattığını görmek mümkündür.

Mahan Doğrusöz: Sizce Türkiye, İran deneyiminden ne öğrenebilir? Türkiye, siyasi İslamın yükselişiyle beraber çok güçlü bir İslamileşme sürecinden geçiyor. Bence kadınların bütün eşitlik ve özgürlüklerinin temel direği olan laiklik, ciddi tehdit altında. “Şeriat” kadınlar için ne anlama geliyor ve ataerkil düzen kadınları ezmek için şeriatla nasıl kol kola giriyor? Bence Türkiye’nin bu konuda sizin örneklerinize ihtiyacı var.

Sohalia Sharifi: İran, İslami kanunların ve şeriatın kadınların yaşamını her yönden nasıl etkilediğinin büyük bir örneği. Şeriat, erkeklerin daha 9 yaşındaki kızlara evlilik adı altında tecavüz etmesine olanak tanıyor, yirmi birinci yüzyılda taşlayarak öldürme gibi korkunç cezalara izin veriyor, kadınları en temel insani haklarından yoksun bırakıyor ve cinsel ayrımcılığı meşru kılıyor. Benim görüşüme göre, Türk toplumu (özellikle laik hareket) İslamcıların her türlü ilerleme girişimine karşı mücadelede çok başarılı olmuştur. Bu önemli mücadele kazanılmak zorundadır ve hepimiz bunu desteklemeliyiz. Türkiye’de yaşadığım zamanları anımsıyorum; ilerici gençlerin tutkuyla mücadele etmesi ve örgütlenmesinden nasıl da gurur duymuştum. Siyasi İslam bazı yönlerden güç kazanıyor gibi görünmesine rağmen artık yükselişe geçemeyeceğine inanıyorum. İran ve Suriye’deki durum, hatta Mısır ve Tunus’taki olaylar, 1979 ve 1980’li yıllardan siyasi İslama dair bildiklerimizin giderek çağın gerisinde kaldığını kanıtlıyor. Mısır’dakiler son derece ılımlı bir İslam geleceği yönündeki taahhütlerine rağmen insanların boyun eğmesi için sürekli uğraşmak zorunda kalıyorlar. Batının kukla diktatörlerine halkların artık tahammül etmeyi bıraktığı noktada Türkiye’deki “Ilımlı İslam” modeli Batılı hükümetlerin destekleyeceği münasip bir alternatif oldu. O yüzden Türkiye’deki insanların siyasi İslamın uluslararası konumunu anlaması, kaçınılmaz düşüşüne inanması ve laiklik mücadelelerinde kendilerine güvenmesi çok önemlidir.

Tarihsel olarak, ataerkilliğin yükselişi, genelde kadın düşmanı ve erkek olan “Allah Baba”nın ortaya çıkışına yol açmıştır. Başlıca üç tek tanrılı din olan Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamdan önce, toprağı, doğayı ve evreni doğurduğu için tanrıçalara şükrediliyordu. Bu durum, kadınların yiyecek toplayıcısı ve yetiştiricisi, haliyle de ailenin ve kabilelerin geçimini sağlayan konumunda olduğunu gösteriyor. Bu aşamadan sonra avlanmanın ve savaşın küçük kabilelerin hayatta kalması için giderek daha elzem hale gelmesiyle erkek hakimiyeti yaygınlaştı ve kadınlar geri plana itildi. Bu durumu açıklamak ve yeni sistemi meşru kılmak için yeni bir din ve tanrı doğmalı, eski tanrıçalar devrilmeliydi. Bugün çoğu toplumda ataerkillik ve dinin niçin böyle yârenlik ettiği aşikârdır. Bu ikisi bir arada yürür.

Mahan Doğrusöz: Kadınların örtünmesine dair kişisel görüşünüz nedir? Türkiye’de giderek artan sayıda kadının örtünmeyi bir özgürlük simgesi olarak yüceltip “fetiş” haline getirdiği “histerik” zamanlardan geçiyoruz. Son üç kuşaktır örtünmeyen kadınlardan oluşan Kemalist bir ailede yetişmiş bir kadın olarak Türkiye’deki kitlesel eğilimin ironisi şahsen bana çok çarpıcı geliyor. Türbanın İran’da kadınların bağımsız seçimi olmaktan ziyade kadın bedenini ve cinselliğini baskılama ve kontrol etmenin aracı olarak kullanıldığını düşünüyorum. Satrapi’nin ünlü kitabı Persepolis’te, kadınlar tarafından başta arzulanan örtünme, şeriatın elinde bir baskı aracı olarak kadınların aleyhine dönüyor. Siz bu meseleyi nasıl görüyorsunuz? İran’daki kadınlar örtünmeye karşı nasıl tepki gösteriyor?

Sohalia Sharifi: Bence en baştaki nedeninden bağımsız olarak (ki bence o da baskıcıydı!) türban bugün ve son 30 küsur yılda siyasi bir hareketi temsil eden bir bayrak haline gelmiştir. Dünya çapında İslamcıların kadınların örtünmesi için bastırması ve bu hareketi destekleyen çoğu kadının bunu kendi seçimiyle takması, bir mesaj vermeyi amaçlıyor. İslami hareketin yükselişte olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar; Ortadoğu ve Avrupa sokaklarına giderek daha fazla türbanlı kadının çıkması da bunu göstermenin en iyi yolu.

İran’da, İslami rejimin iktidara gelişinden bu yana örtünme önemli bir mesele olagelmiştir. 8 Mart 1979’da Humeyni’nin kadınların örtünmesini zorunlu kılan fetvası üzerine binlerce kadın “biz devrimi zamanda geriye gitmek için yapmadık” sloganıyla sokağa çıktı. Bu, yeni hükümete karşı ilk kitlesel gösteriydi ve kadınlarla hükümet arasında bir savaşın başlangıç noktasını oluşturdu. Kadınlar kendi iradeleriyle örtünmeyi reddettiler, çünkü haklı olarak bunu köleleştirilmelerinin simgesi olarak gördüler; hükümet türbanı kadınların başında tutmak için başörtüsünü alınlarına (gerçek anlamda) çivilemek, makyajlı yüzlere asit atmak, çıplak bacakları jiletlemek gibi ölçüsüz tedbirlere başvurmak zorunda kaldı. Türban olmadan İslami hükümetin de olmayacağını bilen hükümet, son otuz yılda ister propaganda ister güç kullanımı, hatta ikna yöntemleri yoluyla kadınlara türban taktırmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Uygunsuz giyinen kadınları uyarmak, tutuklamak, onlara ceza kesmek veya eziyet etmek üzere sokaklarda konuşlanan “Özel Kuvvetlere” binler, milyonlar harcanıyor. Okullara ve kolejlere uygun İslami türbandan oluşan “hediyeler” gönderiyorlar, düzgün örtünme yönünde “iyi” örnek oluşturan kadınları ödüllendiriyorlar, vesaire. Çoğu cuma namazında yaşlı mollaları dinlediğinizde, kadınlara karşı savaşın özellikle bu alanında ne kadar mağlup hissettiklerini fark edersiniz.

Sohalia Sharifi

Mahan Doğrusöz: İslam ülkelerindeki “kadın korkusunu” nasıl yorumluyorsunuz? Dişilik ve kadınlığın her türlü ifadesinden duyulan bu korku nedir? Kadının bütün kötülüklerin kaynağı olduğu yönündeki bu takıntı nedir? Psikolog olarak bu konuya dair çok derin psikanalitik yorumlamalarım var, siz bu konuyu nasıl görüyorsunuz?

Sohalia Sharifi: Elbette toplumun ana kesimlerinden birini baskı altına almak, onlara karşı ayrımcılık ve adaletsizliği meşru kılmak için teoriler ve ortaya sürebileceğiniz fikirler bulmak zorundasınız. O yüzden dünyadaki ana dinlerin kadınların değerini düşürmesi, onları önemsiz varlıklara indirgemesi (Adem’in sol kaburgasından yaratılmış) ve onları şeytani olanla bağlantılandırması (Adem’e yasak elmayı yediren) gerekiyordu ki zalimliklerini meşru gösterebilsinler. Kadının bedeni “şeytanın oyun yeri” olarak algılanmaktadır. Erkek tarafından arzulandıkları için erkekleri günaha sokarlar. Muhammed’in dediği gibi “kadın banyoya girdiğinde şeytan da yanındadır”. Erkekleri ayartmamaları için örtünmeli ve toplumda gözden uzak tutulmalıdırlar. Kadının vajinası literatürde erkeğin ardında iz bırakmadan kaybolup gidebileceği bir delik olarak tanımlanmaktadır.

Mahan Doğrusöz: Kadın hakları aktivisti olarak sizce İran’da karşılaştığınız en büyük güçlükler nelerdir? Benim gözlemlerime göre, bazı Türk kadınları saldırganla özdeşim kurarak kendi kendilerinin “aşırı iğdiş edici üst benliği” haline geliyor ve erkeklerle eşit haklara sahip özgür insanlar olduklarını yadsıyorlar. İran’da böyle bir durum gözlemliyor musunuz?

Sohalia Sharifi: Her türlü diktatörlükte kendini zalimle özdeşleştirip ezilenlerin baskılara karşı savaşmasının ve değişim getirmesinin önünde duranlar vardır. Durum böyle olmasaydı özgürlük çok daha kolay gelirdi. Ancak İran’da kadın hakları aktivistleri olarak önümüzdeki en büyük güçlüğün İslami hükümet ve Şeriat olduğunu düşünüyorum. İran’da kadınların çoğunluğu bu duruma bir son verme, daha iyi ve eşit bir sistem getirme konusunda çok kararlı. Başka bazı ülkelerden farklı olarak, İslamcıların yanında yer alan kadın ve erkeklerin sayısı o kadar fazla değil. Kadınlar -başta İslam hükümetine dair birtakım yanılsamalar içinde olanlar bile- İslami yönetimden usanmış ve değişime taraftar durumdalar. İran’da bir sonraki devrim çok daha fazla kadın desteğiyle gerçekleşecek, onların taleplerinin ve etkinliklerinin izlerini taşıyor olacak.

Mahan Doğrusöz: Yalnızca Türkiye’de değil Avrupa’da da bazı kadın aydınların “ezici batı modernitesine” karşı bir direnç olarak gördükleri İslamileşmenin “yanında” yer aldığını fakat bunun kadınlara ne kadar zarar verdiğini ve daha da vereceğini fark etmediklerini gözlemliyorum. İran’da benzer bir durum söz konusu mu? Bu konudaki görüşünüz nedir?

Sohalia Sharifi: Devrimin başında biz de bazı kadınlarda bu eğilime tanık olduk fakat bugün bu tür eğilimleri hemen hiç görmüyoruz, çünkü İran’daki İslam artık batıya karşı bir özgürlük hareketini temsil etmiyor. Aksine, pek çok insan batılı değerleri ilerici bir yol olarak görüyor.

Mahan Doğrusöz: Türkiye’de ve başka İslam ülkelerinde birlikte çalıştığınız kadın hakları aktivist grupları var mı? İşbirliğinin mümkün olduğunu düşünüyor musunuz? Bütün İslam ülkelerindeki kadınların bu işbirliğini kolaylaştıracak benzer sorunları/meseleleri olduğunu düşünüyor musunuz?

Sohalia Sharifi: İslami hareket gibi gerici ve kadın düşmanı güçlere karşı hepimizin aynı zeminde savaştığımıza, bu yüzden de birleşip yakın çalışmalar içinde olmamız gerektiğine kesinlikle inanıyorum. Bazı ülkelerde belli ölçüde yapılan bu işbirliğinin çok daha güçlü ve daha görünür olması gerekiyor.

Mahan Doğrusöz: Radikal İslamın yükselişi, laik sisteme ciddi gözdağı verilmesi, İslami yaşam tarzının ve örtünmenin giderek popüler hale gelmesi gibi tehlikelerle karşı karşıya olduğunu düşündüğüm Türk kadınlarına ne söylemek istersiniz? Türkiye, İran deneyiminden neler öğrenebilir?

Sohalia Sharifi: İslam ve din ilerici bir yol değildir, özgürlük getirmeyecek ve İran örneğinde açıkça görüldüğü gibi kadınlar için umut veren bir toplum inşa etmeyecektir. Örtünmenizi ister, sizi aşağı bir mahluk olarak görür, böyle yaparak da herhangi bir eşit statü ve adaletten sizi mahrum bırakır. Pek çok insanın mevcut durumlarından mutlu olmadıklarını biliyorum ve insanların daha iyi bir dünya için mücadelelerini sonuna kadar destekliyorum ama ne için mücadele ettiğimizin ve hangi güçleri desteklediğimizin farkında olmalıyız. Bir zorbayı devirip bir başka zorbanın eline düşersek vereceğimiz mücadele daha çetin olacaktır.

Sohalia Sharifi kadın hakları ve insan hakları aktivistidir. İran’da doğmuş ve İslami gelenekler içinde yetişmiştir, ancak İslam cumhuriyetinin iktidara gelişinden kısa süre sonra rejim karşıtı mücadeleye katılmış ve can güvenliği olmadığı için ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Pek çok ülkeye seyahat etmiş, çeşitli ülkelerde yaşamıştır; nihayetinde yerleştiği İngiltere’de İslami rejim karşıtı ve insan hakları savunuculuğu faaliyetlerini sürdürmektedir. İran’daki Kadınların Haklarının Savunulması için Uluslararası Girişim’in kurucularındandır. Yer aldığı ve faaliyet gösterdiği diğer insan ve kadın hakları örgütleri arasında Taşlama ve İnfazlara Karşı Uluslararası Komite, İngiltere’deki Eski Müslümanlar, Herkes için Tek Yasa, Eşit Haklar Hemen Şimdi örgütleri yer almaktadır. Sohaila, İran işçi komünist partisi merkez komite üyesidir. New Channel TV kanalında haftada bir İran’a yönelik bir televizyon programı yapmaktadır. Sohaila, No Veil ve Women’s Liberation dahil bazı çift dilli kadın dergilerinin de editörlüğünü yapmıştır.

Bütün görseller http//:www.equalrightsnow-iran.com’dan alınmıştır.

Aralık 2012 © Mahan Doğrusöz

Çeviri: Menekşe Arık