Menu
DENEMELER

Freudcu Kurama Giriş

Freud, tarihsel olarak bakıldığında doğa bilimlerine eş, materyalist bir zemin üzerine oturan bir bilim yaratmayı hedefleyerek, psikanalitik kuramı geliştirmeye başlar. Freud, kuramını geliştirdiği süreçte, tanımladığı psişik yapıların anatomik bulgularla doğrulanacağını umut ettiğini dile getirir.[1] Bu çerçevede Jay R. Greenberg ve Stephen A. Mitchell’e göre, Freud’un kurduğu “psikanalitik metapsikoloji, psişik aygıtın parçalara ayrılması ve içinde işleyen güçlerin ve karşı-güçlerin belirlenmesi çabasıdır”.[2]

Freudçu kuram bir dürtü (trieb-drive) teorisidir. Dürtü kavramının geliştirilmiş son halini Freud şöyle özetler:

Bir dürtü hiçbir zaman bilincin nesnesi olamaz -sadece o dürtüyü temsil eden fikir (vorstellung-idea) olabilir. Bilinçdışında bile…bir dürtü  bir fikir olmazsa temsil edilemez…Bilinçdışı dürtüsel bir itkiden (impulse) ya da bastırılmış dürtüsel bir itkiden (impulse) bahsettiğimizde dahi…ifade ettiğimiz şey bu dürtüsel itkinin bilinçdışı olan zihinsel temsilidir.[3]

Freud bu görüşle, dürtüleri somatiğin alanında tanımlayarak, dolaysız gözlemle incelenemeyeceğini düşündüğü dürtülerin sadece zihinsel temsillerini inceleyebileceğimizi savunur ve dürtülerin zihnin işleyiş mekanizmaları olmalarının yanında, zihnin içeriğini de oluşturduğunu iddia eder. Bu çerçevede Freudçu anlamda dürtüler bireysel organizmanın yaşamsal amacını da oluşturmaktadır. Freud’un dürtü kuramı içindeki sınıflandırması 1890’lardan 1920’lere kadar uzanan otuz yıllık bir dönem içinde gelişir. Freud’un ilk olarak biçimlendirdiği cinsellik dürtüsü ve kendini koruma dürtüsü (self-preservative drive) kısa bir zaman içinde kendini koruma dürtüsünün yetersiz bir kavramsallaştırma olduğunu düşünmesi üzerine terk edilir ve 1920’de “Haz İlkesinin Ötesinde”[4] adlı makalesinde dürtü kuramını son kez şekillendirerek  dürtüleri  cinsel ve  saldırgan dürtüler olarak ikiye ayırır.

Greenberg ve Mitchell bir dürtü kuramı olarak kavramsallaştırdıkları Freudçu kuramı üç ayrı dönemde inceler:

1.1880-1905 yılları arasında katartik yöntemi kullandığı, duygulanım ve savunma kavramları     çerçevesinde çalıştığı dönem

2.1905 ve 1906 yıllarında baştan çıkarılma (seduction) kuramını terk ederek, 1910’a kadar süren ve  dürtü kuramının temel kavramlarını geliştirdiği dönem

3. 1911’de yayımlanan “Zihinsel İşleyişin İki İlkesi” adlı makalesiyle başlayan ve dürtü kuramına ek kavramlar ürettiği dönem.

Greenberg ve Mitchell, Freud’un dürtü kuramının en temel ilkesinin Süreğenlik İlkesi (constancy principle) olduğunu iddia eder. İlk defa 1895’te Breuer ve Freud tarafından dile getirilen Süreğenlik İlkesi “psişik aygıtın amacının uyarıları olabildiğince sıfıra yakın bir düzeyde tutmak olduğunu ifade eder.”[5] Bundan kastedilen, insan psişesinin uyarıları ortadan kaldırmak için değişik eylemlerde bulunduğudur. Bu görüş dürtü kuramının en temel varsayımı olan her bireyin kuramsal ve klinik olarak incelenebilen kapalı bir enerji sistemi olduğu görüşü üzerine kuruludur. Bu kuramsal varsayımdan hareketle kaleme alınan Histeri Üzerine Çalışmalar[6], bastırılan anılarla beraber birikmiş duygulanımın ortaya çıkarılması sonucunda meydana gelen ‘boşalım’la iyileşmenin gerçekleşeceğini savunur. Peki, psişik mekanizmanın sıfıra indirgemeye çalıştığı uyaranların kökeni nedir? Freud bu soru üzerinde kırk yılı aşkın bir süre çalışmıştır. Dürtü kuramı olgunluk dönemine ulaşmadan önce Freud psişik mekanizmanın başa çıkması gerekli olan uyaranları, duygulanımlarla özdeş kabul eder. Freud’un kuramının bu döneminde duygulanımın kişilerarası ilişkiler sonucunda ortaya çıktığı varsayılır. Freud gerçek nevrozlar (actual neuroses) ve psikonevrozlar arasında yaptığı ayrım çerçevesinde, gerçek nevrozları fizyolojik nedenlerle ilişkilendirerek psikanalitik tedavi alanının dışında tanımlar; psikonevrozları ise kabul edilemez / uyumsuz / uygunsuz düşüncelerin oluşturduğu çatışmalar ve bunun sonunda biriken ve psişeden atılamayan duygulanımla ilişkilendirir.  Freud, Histeri Üzerine Çalışmalar (1893-1895)’da, cinselliğin en çok çatışma yaratmaya yatkın alan olduğunu ifade eder. Histeri Üzerine Çalışmalar (1893-1895)’ı izleyen 1896 ve 1898’deki yazılarında psikonevrozların kökeninde erken yaşta baştan çıkarılmanın rolünü dile getirir. Bu dönemde, dürtü kuramının en gelişkin döneminde bütün insan davranışını yönlendirdiğini düşündüğü cinselliği kuramlaştırmanın ilk adımlarını atar.

Rüyaların Yorumu[7]  adlı eseri dürtü kuramının gelişiminde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu eserinde ilk defa psişik aygıtın işleyiş modelini kuramlaştırır. Freud, kişilerin rüyalarının görünür içeriğini analiz ederek, bir şifreyi çözermişcesine belirli bir anlama kavuşturur ve bu dönemde psişik aygıtı bugün topografik görüş olarak adlandırılan biçimde tanımlar. Düşünce gelişiminin bu aşamasında, psişik aygıtın bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışından oluştuğunu savunur. Bilinç, ayırdında olduğumuz zihinsel etkinliklerin alanını temsil eder.

Saffet Murat Tura’nın dile getirdiği biçimiyle, Freud’a göre:

Bilinçaltı*, dikkatimizi yoğunlaştırdığımız algılarımızı, bazı otomatik hareketlerimizi, fikir çağrışımlarımızı, hatta üzerinde bilinçli olarak düşünmediğimiz halde bir anda olgunlaşmış olarak bilinç alanında bulduğumuz fikirlerimizi vs. ilgilendirir.  Buna karşılık bilinçdışı toplum tarafından kabul edilemeyen arzuların bastırılması ve bilincin alanının dışında tutulması ile oluşur.[8]

 Rüyaların Yorumu (1900) kitabında sunulduğu biçimiyle bilinçdışı arzulardan oluşur. Rüyalar ise bilinçdışı arzuların gerçekleştirildiği alandır. Freud, teorisinin bu aşamasında da tatmin edilmek istenen arzuların içeriğiyle ilgili olarak bize kesin ipuçları vermez.

Freud, 1905’te “Cinsellik Teorisi Üzerine Üç Deneme” adlı eserinde dürtü kavramını ilk defa tanımlar. Freud, bu çerçevede, daha önce kaleme aldığı arzu modelinin belirsizliğini terk eder ve “arzuların içeriğinin zihnin bedenle ilişkisi sonucunda ortaya çıkan ve zihin üzerinde etkide bulunan güçlerin bir türevi”[9] olduğunu savunmaya başlar. Bu çerçevede  Freud’a göre her insan eyleminin kökeninde “…indirgenemez ve niteliksel olarak belirginleştirilebilir dürtüsel kaynaklar”[10] yeralmaktadır. 1905’te kaleme aldığı “Cinsellik Teorisi Üzerine Üç Deneme”de cinselliğin amacının erojen bölgede varolan uyarımın, tatmin duygusu yaratacak dışsal bir uyarım tarafından ortadan kaldırılması olduğunu dile getirir. Bu noktada uyarım sonucunda yaşanan boşalımın adını koyar. Freud’a göre yaşanan boşalım libidoya ait bir boşalımdır. Libido ise cinsel dürtünün enerjisi olarak tanımlanmaktadır.

Freud, dürtü kuramının gelişimi sırasında, baştan çıkarılma kuramını 1897’de terk etmeye başlar ve “Cinsellik Teorisi Üzerine Üç Deneme”(1905)de bir çocuğun cinselliğinin uyanma sürecinin erken çocukluk yaşlarındaki deneyimlere bağlı olmak zorunda olmadığını, içsel sebeplere de bağlı olabileceğini dile getirir.

Freud’un kuramının ilk döneminde boş bırakılan arzu alanının içeriği cinsellikle doldurulmuştur, ama bu görüş Freudçu çatışma kuramının sadece bir yanını temsil eder. Freud, 1890’lardan itibaren çatışma kuramını geliştirmeye başlar  ve belirli fikirlerin bilinçten uzaklaştırılması olarak tanımladığı savunmaya çatışmaların yol açtığını savunur. Freud’un ilk makaleleri savunma  sürecinin nasıl gerçekleştiği ve değişik savunma mekanizmaları ile psikonevrotik süreçler arasındaki ilişkiler üzerine yoğunlaşır. Bu çerçevede baskıya yol açan, kişinin dürtüleri ve bu dürtülerle uyum içinde olmayan sosyal bağlam arasındaki çatışmadır. Freud, üst-ben gelişimini biçimlendirdiği dönemde geri döndüğü bu yaklaşımı, kuramını geliştirme sürecinde terk eder. İnsanın biyolojik yapısını temel alan bir kuram oluşturma motivasyonuyla yola çıkan Freud, kuramı içinde önem kazanan sosyal bağlam öğesini genel kuramı ile uyuşmaz bulur. Bu dönemde zihni yöneten bilinçdışı cinsel dürtülere denk düşecek ve türe ait (filogenetik) olarak belirlenmiş bir karşı gücü tanımlamayı hedefler. Travma modelini ve bastırma süreci ile ilgili görüşlerini terk eden Freud, 1906 yılında organik cinsel bastırmadan bahsetmeye başlar.[11] Kökleri 1897’de Freud’un Fliess’e* mektuplarına dek uzanan organik bastırma fikri, “Cinsellik Teorisi Üzerine Üç Deneme”(1905)deki gelişimsel yapıyla birleşir. Freud, erojen bölgelerde varolan dürtülerin a priori olarak hazdışı duygular yarattıkları için terk edildiklerini savunur. Greenberg ve Mitchell, organik bastırma görüşünün geliştirilmesiyle Freudçu kuramın varmış olduğu bu aşamayı dürtü kuramının doruk noktası olarak değerlendirir. Bu görüş çerçevesinde, ne üst-ben, ne ben, ne gerçeklik ilkesi, ne de 1910’da kavramsallaştırılan ve cinselliğe karşı bir güç olarak duran ego güçleri vardır. Greenberg ve Mitchell’a göre  “bu dönemde çatışma cinselliğin ve cinselliğe karşı organik olarak belirlenmiş tepkilerin bir türevidir.”[12]

Freud, kuramının bu aşamasında uzun süre kalmaz ve cinselliğin bastırmaya yönelik güçlerin önemli bir kısmını oluşturan itim-çekim teorisini (push-pull theory) oluşturmaya başlar. “Metapsikoloji Üzerine Beş Makale” [13](1915) de dile getirdiği biçimiyle Freud kökensel bastırma kavramını ortaya atar. Freud’a göre kökensel bastırma bilince ulaşması engellenen dürtünün temsilinin bastırılmasıdır. Bu bastırmayla beraber, bir saplantı oluşmaktadır. Bastırmanın ikinci aşamasında da bastırılan temsilin zihinsel türevleri ya da başka bir kaynaktan ortaya çıkan ama bastırılan temsil ile ilişkilendirilen diğer düşünceler de, birincil bastırmanın kaderini paylaşmaktadır. Bu iki ayrı süreç bastırmayı gerçekleştirmek için etkileşim halindedir. Freud’un itim-çekim kuramı dürtü kuramının gelişmesinde önemli bir adımı oluşturur. Geçmişte bastırılmış olan fikirlerin, değişik durumların ortaya çıkardığı yeni fikirlerin bastırılmasına yönelik bir çekim gücü oluşturması fikri, bastırma mekanizmasının durumdan bağımsız ve kişinin, kişilik organizasyonlarını belirleyen takılmalar çerçevesinde açıklanabilmesini sağlar. Freud’a göre kökensel bastırmayı oluşturan fikirlerin içeriği cinseldir ve her türlü bastırmanın altında cinsellikle ilgili bir bağlantı yatmaktadır. Bu çerçevede bastırmaya yönelik güçler, cinselliği bastırmaya yönelik güçlerdir.

Freud’un bastırma kuramı, yapısal modelin gelişmesiyle kökten değişikliklere uğradı. Yapısal modelin kurulması, Freud’un ilk dönem kavramsallaştırmalarına benzer bir şekilde, kişinin dürtüleri ve bu dürtülerin uyumsuz olduğu dış gerçeklik arasındaki çatışma kuramının oluşmasını sağladı. Kişinin içinde bulunduğu sosyal gerçeklik ve bu gerçekliğin talepleri savunma modeline benzer bir önem kazandı.

Freud’un kuramının üçüncü dönemi dürtü kuramına ek kavramlar ürettiği dönemdir. Bu dönemde üretilen kavramlar, Freud’un dürtü kuramının temel öncülleri üzerine kuruludur. Bu dönemi temsil eden dört ana konudan bahsedebiliriz:

  1. Gerçeklik ilkesinin geliştirilmesi ve psişik ekonomi içindeki rolü
  2. Dürtünün doğasına ve süreğenlik ilkesine yaklaşımdaki değişim
  3. Yapısal modelin evrimi
  4. Kaygının rolü ve değişen duygulanım kuramı

 

  1. Gerçeklik İlkesinin Geliştirilmesi ve Psişik Ekonomi İçindeki Rolü

Alfred Adler’in Freud’un kuramında dış dünyanın gerçekliğine yeterince önem vermediği yönündeki eleştirisi, Freud’un gerçeklik ilkesini geliştirmesi ile karşılık bulur. Freud, “Zihinsel İşleyişin İki İlkesi”[14] (1911) adlı eserinde psişik mekanizmanın dikkate almak zorunda olduğu dış dünyanın gerçekliğinden söz etmeye başlar. Başlangıcından itibaren bir çatışma kuramı olan Freudçu kuram, baskılanan ve baskılayan arasındaki çatışma ilişkisinde, gerçeklik ilkesini baskılayıcı bir güç olarak tanımlar.

 

  1. Dürtünün Doğası ve Süreğenlik İlkesi ile İlgili Değişen Görüşler

Freudçu kuram içinde gerçeklik ilkesinin kazandığı önemin artması, kuram içinde dürtüye verilen önemin azalmasına yol açtı. Freud, bu dönemde

  1. Süreğenlik ve haz ilkesine yaklaşımını değiştirdi.
  2. Normal gelişimin bir süreci olarak narsisizm kavramını ve
  3. Çifte dürtü kuramını yeniden kavramsallaştırdı.

Freud, kuramının ilk dönemlerinde süreğenlik ilkesi ve haz ilkesini özdeş olarak görmekle beraber, hazzı sadece nicelik boyutu içinde tanımlar. Freud, bu dönemde süreğenlik ilkesi ve haz ilkesinini özdeş olduğu anlayışını yıkar. Bu dönemde, Freudçu kuramda “süreğenlik ilkesi ölüm içgüdüsünü düzenleyen Nirvana İlkesi ile özdeşleştirilir.”[15] Freud’un bu görüşü, organik hayatın ulaşmaya çalıştığı nihai noktayı bütün organik uyarımların ortadan kalktığı inorganik hayat olarak kavramsallaştırır. Bu bakışa göre “bütün yaşamın amacı ölümdür.”[16]

Freud, ayrıca bu dönemde otoerotizm ve nesne sevgisi arasında varolduğunu düşündüğü narsisistik dönemi formülleştirdi. Narsisistik libido ve nesne libidosu arasında yapılan ayrım çerçevesinde Freudçu kuramdaki dönüşümü Saffet Murat Tura şöyle özetler:

Başlangıçta kendi özbedenine yatırılan libido, bu narsistik dönemde dış nesnelere taşınıyor (nesne libidosu), hatta kökenindeki cinsel anlamını kaybederek tamamen “toplumsal ve kültürel” nesnelere yönelmek suretiyle yüceltilebiliyordu.[17]

Freud’un narsisizm kavramıyla beraber ortaya attığı kökenindeki cinsellikten arınmış libidoya ait enerji fikri, ben kavramının geliştirilmesinde ilk adımı oluşturarak, “Ben ve İd”[18](1923) de  kavramsallaştırılan  yapısal modelin gelişmesinde ve kuram içinde dürtülerin öneminin azalmasında önemli bir adımı temsil eder. Narsisizm kavramı çifte dürtü kuramındaki değişimle yakından ilintilidir. Freud, 1920 yılında kendini koruma dürtüsünün işlevlerini cinsellik dürtüsü ve ölüm dürtüsü arasında paylaştırır. Yapısal modelin gelişmesiyle de, kendini koruma dürtüsünün önemli yönlerini benin kontrolüne bırakır.

       3.Gelişimsel Tarih, Yapısal Kuram ve Ekonomik Görüş

Freud “Haz İlkesinin Ötesinde”(1920),Kollektif Psikoloji ve Benin Analizi”[19](1921), “Ben ve İd”(1923) gibi makalelerinde, psişik olguları üç ayrı boyutta inceler. Bunlardan ilki gelişimsel boyuttur. Freud’un gelişimsel kuramı uzun yıllara yayılan bir süreç içinde gelişir.

Freud, libidonun gelişimsel tarihini “Cinsellik Teorisi Üzerine Üç Deneme”yi yayımladığı 1905’ten 1923’e kadar uzanan bir sürede tamamlar. 1905’teki makale sadece gelişimsel evrelerden otoerotik evreyi kapsamaktadır. Freud 1911’de narsisistik evreyi, 1913’de analsadistik evreyi, 1915’te oral evreyi, 1923’te fallik evreyi kuramlaştırır. Bu görüşe göre libido, insan yavrusunun doğumundan itibaren değişik aşamalardan geçerek evrilir. Bu evrelerde, libido değişik tarzlarda ve değişik nesnelere yatırım yapar. Bu evrelerden ilki oral evredir. Oral evrede, libidonun tatmin yolu ağızdır. Libidonun dışkı yoluyla tatmin bulduğu ikinci evre anal evredir. Cinsel organların önem kazandığı üçüncü aşama ise fallik evredir. Fallik evre, bu çalışmada ayrıntılı olarak incelenecek olan Oedipus karmaşasının yaşandığı dönemdir. Fallik aşamayı izleyen latans ya da gizlilik dönemi, bastırma mekanizmasının bütün gücüyle hayata geçtiği dönemdir.

Freud’un bu dönemde kuramlaştırdığı ikinci görüş ekonomik görüştür. Bu görüşe göre her psişik gücün nicel bir büyüklüğü vardır. Belirtilerde etkin olan bilinçdışı güçleri belirleyen olgu, onların niceliksel olarak diğerlerinden daha baskın olmalarıdır.

Freud, ayrıca bu dönemde, topografik modeli terk ederek yapısal görüşü kuramlaştırır. Yapısal görüşe göre psişik aygıt id, ben ve üst-benden oluşur. Topografik modeldeki bilinçdışına denk olarak tanımlanan ve haz ilkesi ekseninde hareket eden id, Saffet Murat Tura’ya göre “sürekli dolaysız tatmin arayan en arkaik psişizma bölümüdür…(id de) zaman, mekan ve mantıklı yargı tanımayan birincil süreç düşüncesi hakimdir.”[20] Ben, idin gerçeklik ilkesi ile karşılaşması sonucunda, libidonun cinsel ve saldırgan enerjisinden arınarak, idden ayrışması sonucunda oluşur. Ben, idin sürekli tatmin arayan dürtüsel talepleri ile gerçeklik arasındaki dengeyi sağlamaya çalışan bir psişizma bölümüdür. İdde hakim olan ‘birincil süreç’ düşüncesinin tersine, bene ikincil süreç düşüncesi hakimdir. İkincil süreç dış dünyanın taleplerinin ve gerçekliğinin değerlendirilmesine dayanır. Topografik modeldeki bilinç ile ‘ben’ özdeş değildir. Ben bilinçdışı ve bilinçli öğeleri kendinde toplar. Benin gerçekliğin taleplerine uymayan dürtü ve arzuları bilinç alanının dışında tutmaya yarayan savunma mekanizmaları bilinçdışı olduğu halde, benin gerçekliği değerlendirme, akıl yürütme, yargılama gibi işlevleri bilinçlidir. Saffet Murat Tura’ya göre üst-ben ise “benin bir bölümünün kültürel faktörleri içselleştirmesi ile ortaya çıkan ve yine geniş ölçüde bilinçdışı olan psişizma bölümüdür.”[21] Üst-ben’in anal dönemde atılan temelleri, Oedipus döneminde ensest yasağının içselleştirilmesiyle oluşur. Üst-ben’in oluşması babanın yasasının tanınması anlamına gelir.

  1. Kaygının Rolü ve Değişen Duygulanım Teorisi

Freud’un erken dönem teorisinde, duygulanım, çatışma, bastırma ve nevrotik semptomların oluşmasında birincil itici gücü oluşturan bir etken olarak görülür. Dürtü modelinin gelişmesiyle, duygulanım kuramsal olarak ikincil bir konuma düşer. Duygulanımlar arasında Freud için birincil öneme sahip olanı kaygıdır. Freud’un erken dönem görüşleri çerçevesinde, kaygı biriken ve boşalma kanalı bulamayan libido’nun bir ürünü olarak kuramlaştırılmıştır.

“Engellemeler, Belirtiler ve Kaygı”(1926)[22], Freud’un erken dönem kuramında en radikal değişiklikler yaptığı makalelerden birisidir. Freud, bu makalesinde kaygı ve bastırma arasında varolduğunu düşündüğü ilişkiyi değiştirir. Freud, bu makalede kaygıyı yaşanmış tehlikeli durumlarla ilgili canlanan duygular olarak tanımlar. Freud, bu durumların yaklaşan bir travmanın habercisi oldukları için travmatik algılandıklarını savunur. Travma ise dürtüsel ihtiyaçlar karşısında organizmanın kendisini çaresiz hissetmesi olarak tanımlanır. Bu modelde ise, ilk dönem görüşlerin tersine, bastırma kaygının bir sonucu olarak ortaya çıkar.

[1] S.Freud, Project for a Scientific Psychology (1895), SE, Vol.1, ss. 281-382.

[2] J. R. Greenberg and S. A. Mitchell, Objects Relations in Psychoanalytic Theory, U.S.A: Harvard University Press, 1983, s. 22.

[3] S.Freud, “Unconcious” (1915), SE, Vol. 14, s.177.

[4] S.Freud, “Beyond The Pleasure Principle” (1920), SE, Vol: 18, ss.3-64.

[5] J. R. Greenberg and S. A. Mitchell, a.g.e., s. 25.

[6] J. Breur and S. Freud , Studies on Hysteria (1893-1895), SE, Vol: 2.

[7] S.Freud, The Interpretation of Dreams (1900), SE, Vol: 4-6.

* Saffet Murat Tura, subconscious kavramının Türkçedeki karşılığı olan  bilinç öncesi yerine bilinçaltı kelimesini kullanmştır. Subconcious kavramının kabul gören Türkçe karşılığı bilinç öncesidir.

[8] Saffet Murat Tura, Freud’dan Lacan’a Psikanaliz, 2. Baskı, İstanbul:Ayrıntı Yayınları, 1996, s.40.

[9] J. R. Greenberg and S. A. Mitchell, a.g.e., s.30.

[10] A.g.e., s.30.

[11] S.Freud, “My Views on the Part Played by Sexuality in the Aetiology of Neuroses” (1906), SE, Vol. 7, s.278.

* Fliess, Freud’un Viyanada’ki derslerini izlemiş olan bir kulak, burun, boğaz uzmanıdır. Freud, Berlin’de yaşayan Fliess ile 1887’yi izleyen dönemde yazışmıştır. Bu mektuplar, Freudçu kuramın gelişiminin izlenmesi açısından birer belge niteliğindedir.

[12] J. R. Greenberg and S. A. Mitchell, a.g.e., s. 35.

[13] S.Freud, “On The History of The Psychoanalytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works” (1914-1916), SE, Vol. 14, s. 148.

[14] S.Freud, “Formulations on the Two Principles of Mental Functioning” (1911), SE, Vol.12.

[15] S. M. Tura, a.g.e., s.43.

[16] Raymond A.Fancher, Psychoanalytic Psychology, The Development of Freud’s Thought, New York: W.W.Norton and Company Inc., 1973, s.190.

[17] S. M. Tura, a.g.e., s.43.

[18] S.Freud, “The Ego and The Id” (1923), SE, Vol.19.

[19] S.Freud, “Group Psychology and The Analysis of the Ego” (1921), SE, Vol.18.

[20] S.M. Tura, a.g.e., s.45.

[21] S.M.Tura, a.g.e.,s.46.

[22] S.Freud,  “Inhibitions, Symptoms and Anxiety” (1926), SE, Vol. 20.